Evliya Çelebi'nin Balkanları Sempozyumu ve Üsküp
Evliya Çelebi'nin Balkanları Sempozyumu vesilesiyle Üsküp ve Makedonya
2011 yılı büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi'nin doğumunun 400. yıldönümü idi. Bu yıldönümü vesilesiyle yurt içinde ve yurt dışında pek çok toplantılar, sempozyumlar düzenlendi. Ancak, bu sempozyumların bazılarının bildiri metinleri ve bir iki genel kitap dışında, Evliya Çelebi ve seyahatnamesi ile ilgili kayda değer bir yayın yapılmadı. Yapı Kredi Yayınlarının son on yıldır, başta Seyahatname'nin bütünün yayımlanması, bunun dışında Robert Dankoff bazı çalışmalarının yayımlanması gibi önemli yayınları oldu. Bunlar takdire şayan yayımlardır. Dankoff'un Bilkent Üniversitesi sitesinde duran Seyahatname Bibliyografyası, bu alanda ne kadar çok yayın olduğunu gösterir. Yine de, bu yayınların pek çoğunun Seyahatnamenin etrafında dolaşan veya ondan seçmeler yahut parçalar aktaran yayınlar olduğu görülür. Benim kanaatim, Evliya Çelebi ve Seyahatnamesi ile ilgili kurulacak bir merkez, bütün çalışmaları organize etmeli, planlamalı ve desteklemeli idi. 2011 yılı, böylece bir rüzgâr gibi geçti; geriye çok az iz bırakarak.
Bu yıldönümünün 2012'ye sarkan belki son sempozyumu 16-20 Nisan tarihlerinde Makedonya'nın başkenti, Yahya Kemal'in doğduğu toprak, Yıldırım Bayezid hatırası olan Üsküp'te toplandı. Beyken Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi MEDAM ile Makedonya Bilimler Akademisi (MANU) işbirliğiyle düzenlenen bu sempozyumun tertip komitesinin başında Prof. Dr. Bekir KARLIĞA bulunuyordu.
Biz de sempozyum vesilesi ile Makedonya'nın belli başlı görülesi yerlerini görmüş olduk. Balkanlarda, onca silme gayretine rağmen, Osmanlı izlerinin nasıl canlı ve derinde olduğunu, gezip görenler gayet iyi bilirler. Benim için, Türkçenin konuşulduğu bu topraklara gitmek, oralarda Türkçeyi duymak, hoş sürprizleri de barındıran güzel bir hatıra oldu. Elbette Üsküp civarında ve genelde Makedonya'da bir Türk azınlığın bulunduğunu biliyordum; ancak mesela Üsküp'teki Eski Çarşı'da sadece Türkçe konuşarak, sanki Mahmut Paşa'da veya Üsküdar'daymış gibi dolaşabilmek, köfte veya börek yemek, bir caminin gölgesinde çay içip bölge halkıyla sohbet edebilmek müthiş zevkli ve heyecan veriydi. Hele bir akşam vakti tek başıma daldığım Türk mahallesinde, akşam ezanına yakın sokakların neşeli kalabalığı için, Türk ve Arnavut Müslümanların arasında yürümek, ezanı duyduğum ilk camiye girip oralı biri gibi namazı eda etmek, onlar kendi evlerine dönerken Yahya Kemal'in vaktiyle Üsküdar yokuşlarında duyduğu yalnızlık ve gariplik duygusuna kapılmak da güzeldi.
Bunlardan sonra Ohri'ye ulaştık. Ohri, dünyanın 'cennet' denmeye lâyık köşelerinden biri. Ohri Gölünün kuzeyinde yer alan bu kasaba korunmuş tarihsel dokusuyla insana bambaşka bir âlemde yaşama lezzeti veriyor. Hem tarihsel dokunun korunmuş olması, hem tabii güzelliğiyle, Makedonya'nın başlıca turistik uğrak noktalarından biri Ohri. Bu güzel şehrin meydanına vardığınızda sizi sol tarafta minaresi yıkılmış bir cami, Osmanlı ihtişamını idrak etmiş bir koca çınar ve minaresi hâlâ ayakta duran bir cami ve Halveti tekkesi karşılayacak. Şehrin sokaklarında gezinirken kendinizi bir Anadolu kasabasında, mesela Safranbolu'da geziniyor sayın. Dikkat ederseniz Türkçe sesler de duyacaksınız. Çarşıda pek çok Türk dilli esnaf var. Ohri'de iki bin sekiz yüz kadar Türk nüfus varmış. Yahya Kemal Koleji isminde bir Türk okulu da mevcut. Ohri Kalesi, hem dış kale, hem iç kale olarak, zamanı durduramasa da yavaşlatmış, bu sayede kendini korumuş bir kadim zaman mekanı. Burada göle nazır bir yerde bulunan ve beş yüz yıla yakın cami olarak kullanılan Ayasofya Kilisesinin bölge UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne dahi olduğu halde kiliseye çevrilmesi üzüntü verici. Birlikte gezdiğimiz dostlar da bu duruma üzüldü ve hatta öfkelendi. Ancak İstanbul'daki Ayasofya'nın da kilise olmasa bile cami olmaktan çıkarıldığını unutmamak, böylece çuvaldızı kendimize batırmak gerekir.
Gönlümüz ayrılmamak için ayak direse de organizatörlerin zorlamasıyla Ohri'den ayrıldık.
Gostivar'a ve Kalkandelen'e, yani Tetova'ya uğradık. Bu şehirleri zaman darlığından biraz hızlı geçtik. Keşke her birinde en az yarım gün kalabilseydik. Buraların hâlâ Türkçe konuşulan kentler olduğunu, bölgedeki dostların anlatmasıyla, Türkçe bilmenin ve konuşmanın şehirlilik, bilmemenin ise köylülük alâmeti sayıldığını kaydedelim. Buralardaki dil durumları, sosyolinguistik açıdan ilgi çekici sonuçlar verecektir. Gostivar'da çoğunlukla Türk, Arnavut ve biraz da Makedon çocuğun okuduğu Mustafa Kemal İ.O.'nu ziyaret ettik. Kalkandelen'deki muhteşem Bektaşi Tekkesi ise ayrı bir güzellikti.
Olabildiğince kısa bir şekilde kaydettiğim Makedonya ziyareti, tadı damakta kalmış bir lezzet gibi, yeniden gitme, yeniden ve doya doya görme arzuları uyandırarak sona erdi.
2011 yılı büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi'nin doğumunun 400. yıldönümü idi. Bu yıldönümü vesilesiyle yurt içinde ve yurt dışında pek çok toplantılar, sempozyumlar düzenlendi. Ancak, bu sempozyumların bazılarının bildiri metinleri ve bir iki genel kitap dışında, Evliya Çelebi ve seyahatnamesi ile ilgili kayda değer bir yayın yapılmadı. Yapı Kredi Yayınlarının son on yıldır, başta Seyahatname'nin bütünün yayımlanması, bunun dışında Robert Dankoff bazı çalışmalarının yayımlanması gibi önemli yayınları oldu. Bunlar takdire şayan yayımlardır. Dankoff'un Bilkent Üniversitesi sitesinde duran Seyahatname Bibliyografyası, bu alanda ne kadar çok yayın olduğunu gösterir. Yine de, bu yayınların pek çoğunun Seyahatnamenin etrafında dolaşan veya ondan seçmeler yahut parçalar aktaran yayınlar olduğu görülür. Benim kanaatim, Evliya Çelebi ve Seyahatnamesi ile ilgili kurulacak bir merkez, bütün çalışmaları organize etmeli, planlamalı ve desteklemeli idi. 2011 yılı, böylece bir rüzgâr gibi geçti; geriye çok az iz bırakarak.
Bu yıldönümünün 2012'ye sarkan belki son sempozyumu 16-20 Nisan tarihlerinde Makedonya'nın başkenti, Yahya Kemal'in doğduğu toprak, Yıldırım Bayezid hatırası olan Üsküp'te toplandı. Beyken Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi MEDAM ile Makedonya Bilimler Akademisi (MANU) işbirliğiyle düzenlenen bu sempozyumun tertip komitesinin başında Prof. Dr. Bekir KARLIĞA bulunuyordu.
Biz de sempozyum vesilesi ile Makedonya'nın belli başlı görülesi yerlerini görmüş olduk. Balkanlarda, onca silme gayretine rağmen, Osmanlı izlerinin nasıl canlı ve derinde olduğunu, gezip görenler gayet iyi bilirler. Benim için, Türkçenin konuşulduğu bu topraklara gitmek, oralarda Türkçeyi duymak, hoş sürprizleri de barındıran güzel bir hatıra oldu. Elbette Üsküp civarında ve genelde Makedonya'da bir Türk azınlığın bulunduğunu biliyordum; ancak mesela Üsküp'teki Eski Çarşı'da sadece Türkçe konuşarak, sanki Mahmut Paşa'da veya Üsküdar'daymış gibi dolaşabilmek, köfte veya börek yemek, bir caminin gölgesinde çay içip bölge halkıyla sohbet edebilmek müthiş zevkli ve heyecan veriydi. Hele bir akşam vakti tek başıma daldığım Türk mahallesinde, akşam ezanına yakın sokakların neşeli kalabalığı için, Türk ve Arnavut Müslümanların arasında yürümek, ezanı duyduğum ilk camiye girip oralı biri gibi namazı eda etmek, onlar kendi evlerine dönerken Yahya Kemal'in vaktiyle Üsküdar yokuşlarında duyduğu yalnızlık ve gariplik duygusuna kapılmak da güzeldi.
Üsküp Türk Çarşısı (Eski Çarşı) |
Üsküp Mustafa Paşa Camisi |
Yahya Kemal'in Hatıralarında bahsettiği Türk Üsküp, bugün şehrin bir semti, hatta "ücra ve fakir" bir semti olarak kalmış; şehir bütün Makedonya gibi Makedon halkının çoğunlukta olduğu bir nüfus yapısına sahip. Şehirdeki Makedon çoğunluk, Arnavut ve Türk azınlık ve başka halklar, Balkanların pek çok yerine göre barışık ve bir arada yaşayabiliyorlar. Aslında Makedonya'nın varlığı biraz da bu barışıklığı sürdürebilmesine bağlı.
Üsküp'ten sonra Manastır, Resne ve Ohri'ye gittik. Manastır, Atatürk'ün de okuduğu Askerî İdadisi, camileri ve saat kulesiyle; Resne ise Kolağası Resneli Niyazi'nin başı çekenlerinden olduğu ve II. Meşrutiyet'in ilanıyla sonuçlanan isyan hareketinin başlangıç yeri olması hasebiyle önemlidir. Ohri Gölünden |
Gönlümüz ayrılmamak için ayak direse de organizatörlerin zorlamasıyla Ohri'den ayrıldık.
Ohri Kalesinde |
Gostivar'a ve Kalkandelen'e, yani Tetova'ya uğradık. Bu şehirleri zaman darlığından biraz hızlı geçtik. Keşke her birinde en az yarım gün kalabilseydik. Buraların hâlâ Türkçe konuşulan kentler olduğunu, bölgedeki dostların anlatmasıyla, Türkçe bilmenin ve konuşmanın şehirlilik, bilmemenin ise köylülük alâmeti sayıldığını kaydedelim. Buralardaki dil durumları, sosyolinguistik açıdan ilgi çekici sonuçlar verecektir. Gostivar'da çoğunlukla Türk, Arnavut ve biraz da Makedon çocuğun okuduğu Mustafa Kemal İ.O.'nu ziyaret ettik. Kalkandelen'deki muhteşem Bektaşi Tekkesi ise ayrı bir güzellikti.
Olabildiğince kısa bir şekilde kaydettiğim Makedonya ziyareti, tadı damakta kalmış bir lezzet gibi, yeniden gitme, yeniden ve doya doya görme arzuları uyandırarak sona erdi.
Yorumlar
Kalemine ve objektifine sağlık. İnşallah oraları birlikte de gider, gezer, görürüz.
İsa Kocakaplan
Müsadeniz olursa gittiğiniz yerlere ben de sizinle gitmek isterim.Yazınızı okurken kendi kendime; yıllar sonranın "Evliya Çelebi'si bizim hocamız." dedim.İyi çalışmalar.