Açıklamalı Yunus Emre Sözlüğü’ne Dair
Dervîş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme
  
Prof. Dr. Hayati DEVELİ

(Türk Dili, Cilt: CVIII Sayı: 756 Ocak 2015, s. 83-94’te yayımlanmıştır.)
  
Türkiye Türkçesinin en önemli metinlerinden biri şüphesiz Yunus Emre’nin Dîvân’ı ve Risâletü’n-nushiyye isimli eserleridir. Türkçenin bir edebî dil olarak gelişmeye başladığı bir dönemde kurucu metinler olarak ortaya çıkan bu eserlerin filolojik neşirlerinin ve bunlara dayalı dil çalışmalarının yapılamamış olması Türkiye’deki Türkoloji çalışmalarının önemli eksiklerindendir. Eksikliğin sebeplerinden biri bu eserlerin kendi dönemlerine veya nispeten yakın bir döneme ait nüshalarının bulunmayışı, sonraki dönemlere ait olan metinlerin ise birçok filolojik problem taşıması; bir diğeri de yapılan çalışmaların filolojik kriterlere dayalı olarak yapılmamış olmasıdır. Cumhuriyet dönemi kimlik kurma çalışmalarının verimli bir kaynağı olarak Yunus Emre yeniden keşfedilince ‘yağmalanan bir kovan’ gibi Dîvân ve Risaletü’n-nushiyye vulgarize edilerek yayımlanmış; Yunus Emre’nin gerçek kimliği, hatta mezarı gibi, eseri de anonimleşmiştir. Bugün ne yazık ki, Yunus Emre’nin eserlerinin gerek dilbilgisi, gerekse söz varlığı yönünden dil tarihi incelemelerinde kullanılması zorlaşmıştır.
2014 yılındaYunus Emre ve eserleri, tesirleri üzerine üç önemli çalışma yapıldı. Bunlardan birincisi, Cumhuriyet döneminde Yunus Emre’nin Anadolu’ya ve halk kültürüne dayalı bir Türk imgesi oluşturmada nasıl kullanıldığının tarihini anlatan bir metindir. Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme aldığı Yunus Ne Hoş Demişsin: Cumhuriyet Sonrası Yunus Emre Yorumları isimli kitap Kapı Yayınlarından çıktı (İstanbul 2014). Bu kitapla ilgili okuma notlarımı internet ortamında yayımlamıştım: http://hayatideveli.blogspot.com.tr/2014/04/yunus-ne-hos-demissin.html
İkinci eser, Yard. Doç. Dr. İdris Nebi Uysal tarafından hazırlanan çalışmadır: Yunus Emre Divanı (Karaman Nüshası), (Kesit Yayınları, İstanbul 2014). Uysal, bu çalışmasında Yunus Emre Divanı’nın Karaman nüshasını ele almış; eserini dil incelemesi, metin ve sözlük bölümlerinden oluşturmuştur. Bu yayın, ileride gerçek bir filolojik neşre ulaşmak için atılması gereken adımlardan birini oluşturmuştur. Bu nüshanın tarihlendirilmesi sadece paleografik özelliklere dayalı olarak yapılmış olup kağıt ve filigran üzerinde (asıl nüshaya ulaşılamayıp mikrofilm üzerinden çalışmak zorunda kalınmasından dolayı) durulamamış olması önemli bir eksiklikse de yapılan çalışmanın değerini azaltmaz. Bu çalışma üzerinde daha geniş bir değerlendirmeyi daha sonra kaleme almak istiyorum.
Üçüncü eser ise, Nurettin Albayrak tarafından hazırlanan Gönül Çalab’ın Tahtı: Açıklamalı Yunus Emre Sözlüğü (Dergâh Yayınları, İstanbul 2014, 992 s.) isimli çalışmadır. Yazımızın konusu, işbu eserin değerlendirilmesidir.
Eser veya yazar temalı sözlükler, söz konusu eser ve yazarın derinliğine anlaşılabilmesi açısından son derece önemlidir. Temeldeki köşe taşlarıyla ilgili bu kabil sözlükler, incelemeler artmadıkça bir medeniyetin ileriye doğru yürüyüşünü sürdürmesi imkânsızdır. Elimizdeki eser, Yunus Emre’nin eserlerinin derinliğine anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla yapılmış gerçek bir emek mahsulüdür. Ne var ki, bu emek semereli olmuş mudur, sorusuna cevap vermek gerekir. Kanaatimce, en başta ifade etmeye çalıştığım sebeplerden ötürü, böyle bir semere beklemek muhaldir, zira sıhhati sâbit olmayan bir metnin sözlüğü de yapılamaz. Önce, “bizim Yunus” deyip durduğumuz zâtın kendi eserini kendi diliyle ortaya koyacağız ki, hem felsefi, hem filolojik, hem de edebî değerlendirmelerimizde sağlam bir zemine dayanalım. Sözlükçünün önünde böyle bir metin olmadığı için, ortaya konulan emek ne kadar büyük olursa olsun, ondan semere beklemek hayâl olur.
Nurettin Albayrak’ın önünde bulunan metinleri Yunus Emre’ye ait ve doğru olarak kabul etmiş olduğunu varsaysak da önümüzde duran yaklaşık bin sayfalık çalışmanın, kendisine verilen emeğin gerçek bir mahsulü olduğunu kabul edemeyiz. Hatta, profesyoneli olduğumuz bir alanın yüklediği sorumlulukla ifade etmek isterim ki, bu çalışma Yunus Emre’nin anlaşılmamasına, yanlış anlaşılmasına sebep olabilecek pekçok usûl ve bilgi hatasını barındırmaktadır ve hiçbir ehlivukufun incelemesinden geçmeden yayımlanması da Dergâh Yayınları için ağır bir kusur olmuştur.
Eserde iki temel yanlış alanı vardır. Bunlardan birincisi sözlük bilimi usûlü ile ilgilidir. İkinci husus ise bilimsel yanlışlar, eksikler ve dikkatsizliklerle ilgilidir. Bu kanaatimizi bazı örneklerle açıklamaya çalışacağız.
1)                      Usûl
N. Albayrak, eserini ansiklopedik bir sözlük olarak tasarlamış; başlıktaki “Açıklamalı” ibaresi de bunu ifade ediyor. Bu faydalı bir yaklaşımdır, ancak burada maddelerin genişliği tutarlı bir ölçüye sahip değildir. Mesela, Hüseyin maddesi 3,5 sayfa iken, Muhammed maddesinin 1 sayfa, Allah maddesinin 6 satır olması böylesi bir oransızlıktır. Bu maddelerde sadece Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden (DİA) yararlanılmış olması da bir zaaftır. Albayrak’ın söz konusu ansiklopediye epeyce katkı sağladığını bilmekle birlikte her maddeyi oradan geniş geniş yazmanın ilmî bir usûl olmadığını düşünüyoruz. Günümüzde DİA’ya internet üzerinden ulaşma imkânı da vardır; bu durumda yapılması gereken oradaki madde başlarının genişçe özetlenmesi değil, Yunus Emre’nin eserlerinde bu kavram veya isimler nasıl geçiyor, bunu değerlendirmekti. Bu ise yapılmamış; üç sayfa açıklanan bir kelimeye sadece bir örnek verilmiştir.
Elimizdeki sözlüğün esas problemi elbette bu değildir. Sözlükbilim açısından en önemli usûl yanlışı, belli bir dönem sözlüğünde madde başı yapılan kelimelere, sonraki dönemlerin anlamlarını da katmaktır. Sayın Albayrak, her kelimenin Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük veya Kubbealtı Lugati - Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te bulunan bütün anlamlarına kendi sözlüğünde yer vermiştir. Böylece anakronik bir durum ortaya çıkmış, bazı kelimelerde 20’ye yakın anlam verildiği hâlde sadece bir veya birkaç örnekle yetinilmiştir. Yunus Emre’yi okurken, mesela çevrilmek kelimesini merak eden bir okuyucu sayın Albayrak’ın çalışmasına baktığında 13 anlamı olduğunu görecek; örnekteki
Günler geçe yıl çevrile üstüme sinlem obrıla
Ten çüriye toprak ola tozan hey dost diyü diyü
beytindeki kelime için isterse 6. anlamdaki “(film için) Çekimi yapılmak” anlamını kullanabilecektir! Olur mu olur!! Olmazsa, bu anlamlar niçin konmuştur.
Böyle bir sözlükte yapılması gereken, bütün kelimeler tespit edildikten sonra aynı kelimenin farklı anlamları varsa her birinin ayrı ayrı yazılması ve her birinin yine ayrı ayrı örneklendirilmesidir. Bu çalışmadaki en büyük usûl hatası budur.
Bir başka örnek de alkış kelimesidir. “Ellerin takdir anlamında birbirine çarpılması, bunlardan çıkan ses, Osmanlılarda padişah, sadrazam ve vezirlere yapılan dua” vs. gibi anlamların hepsi anakroniktir. Yunus Emre’nin yaşadığı çağda bir Osmanlı saray hayatı mı vardı ki, vezirlere, sadrazamlara dua ediliyor olsun?
Devletlü kelimesi de bu kabildendir: “Osmanlı devletinde vezir, müşir gibi büyük rütbe sahiplerine verilen unvan” anlamı Yunus’un eserleri için anakroniktir. Yunus’un eserlerinde hangi devletlü vezirin adı geçer ki, okuyucu bu manadan yararlansın? Yunus’ta bu kelime unvan filan değil, “bahtlı, kutlu” anlamında kullanılmıştır.
Dün kelimesinin anlamları “bir önceki gün, yakın geçmiş zaman, kısa bir zaman önce” olarak verilmiş. Yunus’un hiçbir şiirinde, hatta belki 17. yüzyıla kadar hiçbir metinde bu anlamlar yoktur. Bu anlamların böyle bir dönem sözlüğüne konulmuş olması anakronizmdir.
Sulu “Suyu olan, suyu bol; katı ve kalın olmayan, çok akıcı; içine su katılmış; argo. Yılışık, sırnaşık, cıvık (kimse)” gibi anlamlar verilen kelime
“Benim gönlüm gözüm aşkdan toludur
Dilüm söyler yâri yüzüm suludur”
ve
“Dervîşler yüzi sulu görenler olur delü
Bâtını arşdan ulu eve dervîşler geldi”
örnekleriyle gösterilmiştir. Buna göre yüzün sulu oluşundan veya dervişlerin yılışık oluşundan mı bahsetmek gerekiyor? Dikkat edilirse her iki örnekte de ‘yüz sulu’luğundan bahsedilmektedir. yüzi sulu tabiri edebiyatımızda başka metinlerde de karşımıza çıkar:
Ey hayâsı görklü vü yüzü sulu
Kahramânî gözlerindir sürmelü
On sekiz bin âlem üstünden dolu
Dile gelmez vasfın u şânın ulu    (Nesîmî, Tuyuğ, 265)
Derelüm Edrinenün gonca-i hoş-bûlarını
Jâlelü gül gibi çak şol yüzi sulularını
Nûş idüp bunlar ile Rûmili tolularını
Mest-i lâ-ya`kıl olalum yakalar çâk idelüm    (Mesîhî Dîvânı, Gazel, 155/2)
Yüzi sulu yalıñ yüzlü bir âfetdür salındukça
Gören kâfir müselmân olur ey şeh rûy-i şemşîrüñ (Zatî Dîvânı, Cilt, 758)
Emriyâ jâle-i ter gül ruhını zeyn itmiş
Hûblar içre kanı ancılayın yüzi sulu    (Emrî Dîvânı  Gazel, 419)
İçi dolu sipahiler ulular
Nice begzâdeler yüzü sulular     (Usûlî Dîvânı, Şehrengiz, 23)
Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügeti (Bakı 1987, s. 248)’de geçer üzüsulu: “Zarf. Biabır olmadan, öz abırını sahlayarak” (haysiyetini ve şerefini koruyarak, utanılacak duruma düşmeden) anlamından yola çıkarak yüzü sulu kelimesinin “haysiyetli, şerefli” gibi anlamlandırılması daha uygun olur.
Sevici kelimesinde ise anakronizm nâhoş bir duruma sebep oluyor. Kelimenin anlamları “1. Âşık, seven. 2. Eşcinsel kadın” olarak verilmiş. Gerçi ikinci anlamın yanına yeni kısaltması da konmuş, ama ne çare! Kendisine verilen ödevi yapmaya çalışan bir lise öğrencisinin örnekteki
Miskin Yûnus’un sermâyesi yokdur ilâhî
İllâ sevicidür seni aşkıyle seveni
beytini ikinci anlama göre okumasını kim engelleyebilir?
Sayın Albayrak’ın kabul ettiği usûl bütün çalışma için geçerlidir ve yanlıştır. Eser yahut dönem sözlüğü hazırlayan bir musannif, sadece elindeki metni anlamlandırır. Yoksa 20 anlama bir örnek verip örnekteki kelimenin yukarıdaki anlamlardan hangisine ait olduğunu buldurmak, olsa olsa üniversite giriş sınavı sorusu olabilir; hem de oldukça zor…
2)                      Bilimsel Yanlışlar
Eserdeki bilimsel yanlışlar birkaç grupta ele alınabilir. Sayın Albayrak iyi bir musannif olmakla birlikte, etimolojik ve filolojik çalışmalar için yeterli donanıma veya metin tecrübesine sahip olmadığı anlaşılıyor. Metinde geçen kelimelerin yanlış değerlendirilmesi sonucu dilde olmayan kelimeler yaratılmış, Eski Türkçe dönemine ait olan kelimeler veya anlamlar Yunus Emre döneminin kelimeleriyle karıştırılmış; bazı kelimeler metinde geçmekle birlikte, yine yanlış morfolojik tahliller sonucu başka bir kelime sanılmış ve madde başına alınmamış; kimi kelimelere ise yanlış anlamlar verilmiştir. Bunların bazı örneklerini aşağıda gösterdik.
2.1. Hayâlet Kelimeler:
Sadece birkaç sözlükte geçen, yapısı bilinmeyen, başka hiçbir kaynakta bulunmayan kelimelere hayâlet kelime denir. Bunlar genellikle ilk geçtiği metin veya sözlükte yazım yahut değerlendirme hatası olarak ortaya çıkmışlar, sonra başka sözlüklerde de görünmüşler; dilde hiçbir şekilde var olmamışlardır. Dîvânü Lugâti’t-Türk’te (DLT) geçen çatuk kelimesi bunların ilk örneklerindendir (Dankoff 1973, Clauson 1955).
N. Albayrak’ın bu çalışması Türkçeye pek yeni hayâlet kelimeler ve anlamlar kazandırmaya namzettir. Bazıları şunlardır:
Aşık-bâz “aşık oynayan”. Söz varlığımıza bu sözlükle kazandırılan kelime
Münkir ile müddeîyi sayma buçuğa koyanı
Git ahûra tak yuları her kim (ki) aşık-bâz değül
beytinde geçmektedir. Yunus, aşık-bâz olmayan, yani aşık oynamayan kimseyi hayvan yerine koymuş oluyor; oysa Yunus’un hayvan yerine koyduğu aşk-bâz olmayan, yani âşık olmayan, aşk oyununu oynamayan kimsedir. Âşık olmayanın hayvan yerine konması Zatî Divanında da geçer:
Aceb bir âşık olmamış kimesne yok mı sizlerde
Hımârım öldi ey sôfî yirine bağlasam anı” (Zatî Divanı, c. III, 1526/6)
Âvâr “(Ar. i. ‘âvâr) 1. Ayıp, kusur. 2. Fesat, bozgunculuk” olarak anlamlandırılan bu kelime aslında âvâre’dir. Âvâre olan ibaresi vezin gereği Dîvân’ın nâşiri tarafından ulama ile âvâr’olan  şeklinde okunduğu için Albayrak tarafından yanlış değerlendirilmiştir:
Bunda şeytâna yâr olan varup anda âvâr’olan
Hazrette yüzi kar’olan erden nazar olmayandur
Bazılu: Fars. bâzû+lu yapısıyla açıklanan bu kelimeye “1. Kolun omuz ile dirsek arasında kalan bölümünde şişkince kas kitlesi olan (kimse). 2. Mec. Kolu güçlü olan (kimse).” anlamları verilmiştir. Divan’da geçen
Atlarının izi tozlu önleri tabıl bazılu
İle güne hükmi yazlu şu muhteşem begler yatur
beytinde geçen tabıl kelimesi de kendi yerinde “davul” olarak anlamlandırılmıştır. Kelimenin bir yanlış değerlendirmeyle ortaya çıktığı anlaşılıyor. Doğru biçim tabıl-bâzlu (< tabl-bâz) “davulculu” olmalı idi. Yunus, önleri sıra mehter çalınarak giden beylerin de öldüğünü anlatmaktadır.
Bilig: “Bilgi, hikmet, malumat; Bilim; Akıl, zekâ, şuur” anlamları verilen bu kelimeyi hayâlet kelimeler arasına almamız yadırganabilir. Doğrudur, Eski Türkçe dönemi için bilig kelimesinden, yukarıda verilen anlamlarla, bahsedilebilir; ancak Eski Türkiye Türkçesi döneminde bu kelimenin bilü ~ bili biçiminde olduğu malumdur. Bu durumda madde başındaki bilig kelimesi artık hayâlet kelime sayılmalıdır.
Ey Yûnus sen âşık isen îmân biligin berk kuşan
Varlıgun degşür yokluga cümle eksüklik sendedür
örneğindeki kelime “bilgi, malumat, bilim” anlamındaki bilig kelimesi değil, “Ok ve yay kuburu, sadak” anlamındaki bilik kelimesidir (Tarama Sözlüğü=TS).
Bizâ’ “(A. i. biza’). Bir kimseye karşı kötü ve çirkin davranışta bulunma” olarak açıklanan bu kelime
Ki gözdür kıymet ider her meta’a
Ya kıymetsize kim eydür bizâ’a
beytinde geçmekte olup bizâ’a şeklinde düzeltilmeli ve “sermaye vs. anlamı verilmelidir.
Dikçi: “Dedikoducu”. Bu anlamı (?) işareti ile veren Albayrak, Semih Tezcan’ın bu kelimenin “söz taşıyan, dedikoducu” anlamına gelen dinci olması gerektiği kanatinde olduğunu da zikretmektedir. TS’ye bakılsaydı bu kelimenin diŋici ~ diŋüci şeklinde yer aldığı görülecekti. Metni yayımlayanın okuyuş biçiminin diŋici/diŋci olarak düzeltilmesi gerektiği açıktır.
Göri-: “Görebilmek” anlamı verilen bu kelime de örneğe bakıldığında hemen anlaşılacağı gibi yanlış bir morfolojik tahlil sonucu oluşmuştur:
Kadîm odur görür beni ben ölüyem görimezem
Fiillerin yeterlik çekimlerinin olumsuz biçimlerinde korunmuş olan bu arkaik morfemi köke dâhil saymak elbette doğru değildir. ıra- (doğrusu ır-), ırı- (doğrusu ır-), kalı- (doğrusu kal-) fiilleri de böyle değerlendirilmelidir.
Karagu: Albayrak’ın sözlükçülüğümüze kazandırdığı sevimli bir hayalet sözcük de budur. “Siyah, kara; kör; karanlık; zaç denilen kara boya” gibi anlamlar verilerek şahit olarak da Dîvânu Lugāti’t-Türk, Süheyl ü Nevbahâr ve Yeni Tarama Sözlüğü (YTS) gösterilmiş, bu kaynaklarda daha çok “karaŋu” şeklinde okunan kelime de yukarıdaki şekillerde anlamlandırılmıştır. Oysa örnekte verilen beyitte bu kelime geçmez. Örnekteki kelime “göz, gözbebeği” anlamındaki karak’tır:
Gördün ki bir dervîş gelür yüz vur anun kademine
Senden şey’ullah (şey’an lillâh) idicek kaşun karagun  çatmagıl
Süheyl ü Nevbahâr’daki şu beyti de buna bir başka örnek olarak gösterelim:
Gece gündüz işi idi ağlamak
Açılmazdı çatmış idi kaş karak” (YTS)
Kaydasuz: Bu kelimeyle ilgili açıklama şöyledir: Kāide > kayda (müzik, ahenk, beste” ve Türkçe olumsuzluk eki –suz ile kāyda-suz.) 1. Müziksiz, ahenksiz, bestesiz. 2. Gayda, tulum…” Şimdi bu durumda tanık olarak alınan beyitteki kelimeye hangi anlamı vereceğiz?
Bu ne hâldür sana ey faydasuz cân
Ki yokdur gayretün ey kaydasuz cân”
Sahne: Albayrak, kelimenin XIX. Yüzyılda Fransızca scéne kelimesi karşılığı olarak türetildiğini yazar; bu bilgiyi ilk defa veren Kāmus-ı Türkî musannifi Şemseddin Sami’ye göre kelimeyi bizzat kendisi türetmiş ve kullanmıştır. Peki, XIX. yüzyılda türetilen bu kelime 14. yüzyıl için bir hayalet kelime olmaz mı? Yoksa Yunus Emre bilmediğimiz sahne eserleri de mi yazmıştır? Tabii, burada esas yanılan esas alınan metnin nâşiridir. Onun sahne okuduğu kelime aslında şahne “gece bekçisi, subaşı” olmalıdır. Nitekim Karaman nüshasını yayımlayan İ. N. Uysal, beyti şu şekilde okumuştur:
Uğrı olmış uğurlar kendü kendüyi çakar
Şahne kendüsi olmış girmiş zindân içinde” (Uysal, s. 172)
Sıgınmagın: Yapılan morfolojik tahlilde –gın eki, tamircinin artırdığı parça gibi elde kalınca [?] işareti konulmuş; kelimeye de “Sığınılacak yer, melce” anlamı verilmiş. Doğru tahlil sıgın-mag+ın şeklinde olup madde başı sığınmak olacaktır.
Yalı: Yalın kelimesiyle alâkalandırılan ve “çıplak, kından çıkmış veya kınından çıkarılmış (kılıç)” anlamı verilen kelime de bir hayâlet kelime namzedidir.
Çokal cevşen bu aşk odına döymez
Okı câna batar katı yalıdur
beytindeki kelime ya+lı “yaylı”, katı yalı “sert yaylı” şeklinde anlaşılmalıdır. Kelime Eski Türkçeden beri ve yay biçimlerinde kullanılmıştır.
Yuvacı: Tarama Sözlüğü’nde geçmeyen bu kelimenin Güncel Türkçe Sözlük’te bulunan ve Albayrak tarafından da kullanılan anlamının metinle hiç alâkası yoktur. Kaldı ki, Yunus’un yaşadığı yüzyılda bir Osmanlı sarayından bahsedilemez.
Dört hâl içinde dervîş gerek siyâset çeke
Menzile irmez kalur yol eri yuvacı(sı)
Bu kelime, kimi nüshalarda da “yuvaca” okunabilecek şekilde kopyalanmışsa da doğrusu tovaca ~ tovuca olması gerekmektedir. Oldukça erken bir dönemde unutulan ve arkaikleşen bu kelime kimi nüshalarda ye harfiyle yazılmışsa da tovaca ~ tovacı kelimesinin unutulmuş olmasındandır. Bu kelimenin veya kavramın üzerinde biraz daha çalışması gerekmektedir. Necdet Öztürk, “Osmanlı Akıncı Teşkilatında Toycalar” ve Vatan Özgül, “Erken Dönem Osmanlı Tarihçiliği’nde Bir Onomastik Probleminin Çözümüne Dair: Deli-Tovu-Kara” makalesinde bu kelimeyi ele almışlarsa da tatmin edici bir sonuca ulaşamamışlardır. Şimdilik Tarama Sözlüğü’ndeki tovuca “Bir tür gönüllü asker” karşılığıyla yetinebiliriz.
Yap: “Hile, al, düzen” anlamlarıyla verilen kelimeye DLT kaynak olarak gösterilse de DLT’deki anlam ile metindeki anlam arasında bağlantı yoktur. Ayrıca “hile, düzen” anlamındaki yap kelimesi Türkiye Türkçesinde kullanılmaz.
Ne kalduk işbu iklimde agır yüklerin altında
Bu yükleri bu yapları döküp hâldaş olan kimdür
beytindeki kelime yük yap olarak madde başına alınmalıydı. Kelime TS’de yük yap “Ev eşyası, pılıpırtı, kapkacak, taşınabilir eşya” anlamıyla verilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de geçer: “…yükile yapile ārām olunup.. (IX, 268a4: Dankoff, 2008)
2.2. Maktûl kelimeler: Hayalet kelimeler, gerçekte var olmayan kelimelerin şu veya bu şekilde ihdas edilmesi süreci idi. Bir de var olan kelimelerin yapılarının yanlış değerlendirilmesi sonucu yok edilmesi süreci var. Ne yazık ki, literatürde buna bir ad konulmadığı için bir terimle ifade edemiyorum. Tabii bu iş, bu sözlüğe ve musannifine münhasırdır. Tespit edebildiğim örneklerini veriyorum:
admak: Sözlükte adamak olarak verilip “nezretmek” anlamı verilen kelime dikkatsiz bir değerlendirme sonucu ada- fiil köküyle ilişkilendirilmiştir. Verilen iki örnekte de fiil kökünün ad- olarak tespit edilmesi gerektiği açıktır: “…adım adaram…”.
Kösülmek: Verilen bir çok anlamdan “boylu boyunca uzanmak, uzanıp yatmak” anlamı verilen örnek için uygun olabilir:
Çün va’de ire câna çıka yukaru hâna
Kösülerler ayağum elüm yenüm üstine
Ancak bu anlamın da metni izaha yetmediği açıktır. Bu esasen metin neşriyle ilgili bir hatadır. Doğrusu Uysal’ın okuduğu ve anlamlandırdığı gibi olmalıdır: kösült- “uzatmak” (Uysal 409). Buna göre mısra “Kösüldeler ayağum elüm yenüm üstine” şeklinde olmalıdır.
Tayınmak: Tay kelimesine “F. s. tāy. 1. Denk, eşit, misil. 2. eAT Akran, yaşıt. 3. Bir küfe ağırlığında. 4. İ. Hayvana yükletilen denklerden her biri, denk, çuval. 5. Ekin veya ot yığını. 6. Tütün dengi. 7. Kesilmiş tahtalık ağaç.” anlamları verilmiş ve kaynak olarak YTS gösterilmiştir. Oysa YTS’de sadece 4. anlam kayıtlıdır. Kaynak gösterilmese de diğer anlamların Derleme Sözlüğü ve Güncel Türkçe Sözlük’ten alındığı anlaşılıyor. Ne yazık ki, kelime yanlış tahlil edildiği için, bu gayret boşa gitmiştir. Bu beyitte tespit edilip madde başı yapılması gereken kelime tayınmak idi. Tayınmak fiili Tarama Sözlüğünde “Kaymak, sürçmek” olarak açıklanmıştır (YTS).
Toyunmak: Madde başına toy “Gençlik sebebiyle deneyimsiz olan, acemi” olarak alınan kelime verilen örneğe göre toy değil, toyunmak olmalıdır:
Bu dünyâ bir evrendür âdemleri yuducu
Bize dahı gelüben yuda toyuna bir gün
Toyunmak fiili “kendini doyurmak, doymak” anlamındadır (YTS). Derleme Sözlüğünde doyunmak fiili “Karnını doyurmak, doymak” anlamıyla kaydedilmiştir.
: Yay. Yukarıda hayâlet kelime olarak zikrettiğimiz yalı maddesinde açıklandığı gibi, yalı üretilirken “yay” kelimesi (veya varyasyonu) ortadan kaldırılmıştır.
2.3. Diğer yanlışlar: Kelimelerin sözlüğün musannifi veya Dîvânın nâşirleri tarafından yanlış okunması sonucu ortaya çıkan yanlışlıklar; yine kelimelerini yapısını veya etimolojisini bilmemekten kaynaklanan yanlışlar da bir yekûn tutuyor.
Ân, în: “”Cân olam hem ten olam hem în olam hem ân olam” mısrasındaki ân kelimesi “güzellik, alım, câzibe”, în kelimesi ise “peynir vb. yiyeceklerde beklemekle kazanılan lezzet…” olarak anlamlandırılmıştır. Bu kelimelerin sırasıyla “o” ve “bu” anlamlarındaki zamirler olduğu apaçıktır. N. Albayrak, iyi ki bu sözlüğü Orhan Şaik Gökyay’dan sonra yazmış; yoksa dilinden kurtulamazdı. Merhum Hoca muhtemelen derdi ki: “Bu nerde, peynir nerde?...”
Arayış kelimesi de böyledir. Bugünün ne aradığını da bilmeyen yarı münevver, yarı entel okumuşlarının “özellikle manevi alanlardaki arama durumları”, doğrudur, ‘arayış’ olarak adlandırılabilir; ancak Yunus’un kendisinde olmadığını, başka ‘âşık’larda, başka ‘derviş’lerde olduğunu söylediği şey ‘ârâyiş’ yani “süs ve gösteriş”tir.
Âgâz ~ agız: Agız maddesine “ağız” anlamı verilmiş ve âğâz maddesine gönderilmiştir. Gidip baktığınızda âgâz “1. Ağız. 2. mec. Konuşma tarzı” anlamı verilmiştir. Birinci örnek de şudur:
Çü âgâz etdi ki sözünü diye
Kulak tutdu akıl o keleciye
Doğrusu, ağız ile âgâz arasında kurulan bu ilişkiyi, ilişki bile değil, aynılığı görünce, düşünmeden edemedim: Ağız âgâz’dan yahut âgâz ağız’dan gelmiş olabilir mi?
Danışman kelimesine “Bilgisinden ve fikirlerinden faydalanılan kimse, müşavir” anlamı verilmiş; bu, çalışmanın tamamına yayılmış olan anakronik yaklaşımın ürünüdür. Bu anlamdaki danışman kelimesi neolojizmdir. Yunus Emre Dîvânındaki danışman ise Far. dânişmend kelimesinin Türkçeleşmiş şeklinden ibarettir ve “bilgili kişi, hoca, öğretmen” anlamlarına gelir.
Kal: “Deli, çılgın”dan “yaşlı adam”a, “olgunlaşmamış meyve”den “laf, söz”e kadar 7 manası verilen bu kelimeye, Türk Dil Kurumu Büyük Sözlük’teki “kırkılmış koyun yünü”, “manda, manda yavrusu” gibi anlamlar da katılabilirdi. Sanırım N. Albayrak, bu kelimenin anlamını ararken, nereden aklına geldiyse Sagayca sözlüğe bakmış. Hiç yorulmayıp da Türkçe sözlüğe bakılmış olsaydı kelimenin “söz, kelam” anlamında olduğu görülmüş olurdu. Kelime şüphesiz Ar. kāl olup “söz” anlamından başka bir anlam taşımamaktadır. Kālden hâle geçmek de ehl-i dil için mühim bir mertebedir.
Sekrimek: segirdüm olarak okunan kelime, sekridüm olarak okunmalıdır. Mevcut okuma biçimiyle sekri- “sıçramak” fiili ortadan kaldırılmış oluyor:
Halk hep ayagın turur ben sekridüm oturdum
Geçdüm sadr yirine kalın döşek yirüm düz
Güç “zor, müşkil, çetin” kelimesi için verilen örneklerden ilki olan
Götürmedi kimsene kimsenenün gücüni
Güç götürdüm diyenler eli erince imiş
beytindeki tanıklar yanlış okunmuştur. Bu kelimeler göç olarak düzeltilmelidir.
Issı ~ issi “Sahibi” anlamları verilen bu kelimeler arasında ne gibi bir fark yahut köken birliği olduğu izah edilmemiştir.
Kaba: Kubbealtı Lûgati Misâlli Büyük Türkçe Sözlük’teki biçimiyle anlamlandırılan bu kelime, verilen tanığı anlamak için yeterli değil, hatta ilgisizdir. Burada metnin nâşirinin yanlış okuması sayın Albayrak tarafından aynen kabul edilip metnin bağlamıyla da ilgisi düşünülmeden anlamlandırma yoluna gidilmiştir. Oysa bu şiirin bütününe hâkim olan kafiye düzeni göz önünde tutulduğunda kabâ okunan kelimenin kaya olması gerektiği açıktır. Düzeltilmiş şekliyle söz konusu beyit şöyle olmalıdır:
N’olaydı ben anı göre-y-idüm bu gözle
Ne döysün bu gözler döyimez kayalar
Uya: Sayın Albayrak’ın, Yunus Emre Sözlüğü’nü, yer yer, Mustafa Tatçı’nın neşrinden (1998) geri götürdüğü durumlar da vardır. uya kelimesine yer verilmemiş olması bunlardandır. Usan kelimesi için tanık olarak gösterilen
Ne bilsün bu aşkı usanlar uyalar
Ne döysün bu yola azıksuz yayalar
beytinde geçen uya “ahmak, sersem, ebleh; kâhil, tembel (TS)” kelimesi bu çalışmada mutlaka yer almalıydı.
Yıgmak “Tepeleme bir yığın hâline gelecek şekilde üst üste koymak. 2. Toplamak, biriktirmek” anlamları verilen kelimenin tanık olarak gösterilen beyitte geçen kelime ile ilgisi yoktur. Beyitte geçen yıg- fiili “Menetmek, engel olmak” anlamındadır:
Hakdan yıgar ol seni nen varısa vir gider
Ne beslersin bu teni sinde kurt kuş yir gider
2.4.Yanlış örnekler Gösterme:
Sayın Albayrak’ın tanıdığından, bildiğinden şüphe olmayan kelimelere tanık gösterirken yaptığı hatalar da var. Bunlar çalışmayı ikinci, hatta üçüncü bir gözün görmemesinden kaynaklanıyor. Birkaç örnek vereyim:
Âram (ârâm olmalıydı) “durma, dinlenme; rahat, huzur” maddesindeki ilk tanıkta geçen ilgili kelimenin ârâm ile hiç ilgisi yoktur. Albayrak ar- “yorulmak” fiilinin çekimli şeklini yanlış değerlendirerek onu “ârâm” sanmıştır:
Ne yörüyem ne hod aram ne ırak sefere varam
Arı “temiz, saf, eksiklik ve kusurdan münezzeh” maddesindeki ikinci tanıkta iki mısrada da arı kelimesi geçmiş, ikisi de italik dizilmiş; yani ikisi de tanık gösterilmiştir. Oysa bu beyitte birinci arı “temiz”, ikincisi ise “namusı, hayâsı” anlamındadır (âr+ı).
Kalmış Bu kelimenin Eski Türkiye Türkçesi döneminde “düşkün, âciz” anlamları varsa da, sözlükte verilen örneklerin hiç biri bu anlama uygun olmayıp birinci örnekteki kelime kalmış değil kulmaş olmalıdır:
Aynı hırs ol olmışdur nefsine ol kulmaşdur
Gendüye düşmân olmış yavuz yoldaşa benzer
Sınıflandırarak vermeye çalıştığımız bu eksik ve yanlış örnekleri açıkça göstermektedir ki, elimizdeki sözlük Yunus Emre’yi anlamaktan ziyade yanlış anlamamıza veya hiç anlamamamıza sebep olabilecek niteliktedir. Ortaya konulan kelime ve anlam listesi, erken dönem Anadolu Türkçesi hakkında yanlış bilgilerin oluşmasına yol açacaktır. Sayın Albayrak’ın sarfetmiş olduğu özverili gayretin hedefine ulaşması için atılması gereken son adım atılmamış; eser, bu işin bilimsel sorumluluğuna ortak olacak bikr filolog tarafından gözden geçirilmeden yayımlanmıştır. Şimdi Dergâh Yayınlarına ve sayın Albayrak’a düşen görev, eldeki nüshayı bir şekilde toplatarak yeni ve düzeltilmiş bir edisyon hazırlamaktır.


Kaynakça

Albayrak, N.  2014: Gönül Çalab’ın Tahtı: Açıklamalı Yunus Emre Sözlüğü, Dergâh Yayınları, İstanbul, 992 s.
Ayvazoğlu, B. 2014: Yunus Ne Hoş Demişsin: Cumhuriyet Sonrası Yunus Emre Yorumları, Kapı Yayınları, İstanbul, 240 s.
Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügati 1987: red. E. E. Oruçov, Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası Nesimi Adına Dilçilik İnstitutu, IV. Cild, Bakı.
Clauson, G. 1955: “Turkish Ghost Words” Journal of the Royal Asiatic Society, 3-4, 124-138.
Dankoff, R. 1973: “A Note on Khutū and Chatuq”, Journal of the American Society, Vol. 93, No. 4, s. 542-543.
Dankoff, R. 2008: Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi Okuma Sözlüğü, Katkılarla İngilizceden çeviren: Semih Tezcan, YKY, İstanbul.
Emrî Dîvânı 2002: haz. M. A. Yekta Saraç, Eren Yayıncılık, İstanbul, 389 s.
Güncel Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu: http://tdk.gov.tr/index.php?option= com_gts&view=gts
Kubbealtı Lûgati Misalli Büyük Türkçe Sözlük 2005: İlhan Ayverdi ; redaksiyon Ahmet Topaloğlu; Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2005. 3 c.
Mesîhî Dîvânı 1995: haz. Mine Mengi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yay.,  Ankara, 316 s.
Nesîmî Dîvânı,  1990: haz. Hüseyin Ayan, Akçağ Yayınları, Ankara, 437 s.
Özgül, V.  2013: “Erken Dönem Osmanlı Tarihçiliği’nde Bir Onomastik Probleminin Çözümüne Dair: Deli-Tovu-Kara” Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 42, s. 373-394.
Öztürk, N. 2008: “Osmanlı Akıncı Teşkilatında Toycalar” Türklük Araştırmaları Dergisi, 19, İstanbul, 77-87
Tanıklariyle Tarama Sözlüğü : XIII. yüzyıldan günümüze kadar kitaplardan toplanmış.  Türk Dil Kurumu Yay., Ankara.
Yeni Tarama Sözlüğü 1983: Düzenleyen Cem Dilçin, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara, XI+483s
Tatçı, M. 1998: Yûnus Emre Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara, X+790 s.
Usûlî Dîvânı 1990: haz. Mustafa İsen, Akçağ Yayınları, Ankara, 243 s.
Uysal, İdris Nebi 2014: Yunus Emre Divanı (Karaman Nüshası), Kesit Yayınları, İstanbul, 499s
Zatî Dîvânı 1970: haz. Ali Nihat Tarlan, 2. c., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 507 s.

Zatî Dîvânı 1987: haz. Dr. Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri, III. cild, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 527 s. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dilbilgisi Sorunları - 1 : Ek Yığılması ve 'Kendi' Zamiri Hakkında

Sezai Karakoç'tan Masal