Açıklamalı Yunus Emre Sözlüğü’ne Dair
Dervîş
Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme
Prof. Dr. Hayati DEVELİ
(Türk
Dili, Cilt:
CVIII Sayı: 756 Ocak 2015, s. 83-94’te yayımlanmıştır.)
Türkiye
Türkçesinin en önemli metinlerinden biri şüphesiz Yunus Emre’nin Dîvân’ı
ve Risâletü’n-nushiyye isimli eserleridir. Türkçenin bir edebî dil
olarak gelişmeye başladığı bir dönemde kurucu metinler olarak ortaya çıkan bu
eserlerin filolojik neşirlerinin ve bunlara dayalı dil çalışmalarının
yapılamamış olması Türkiye’deki Türkoloji çalışmalarının önemli
eksiklerindendir. Eksikliğin sebeplerinden biri bu eserlerin kendi dönemlerine
veya nispeten yakın bir döneme ait nüshalarının bulunmayışı, sonraki dönemlere
ait olan metinlerin ise birçok filolojik problem taşıması; bir diğeri de
yapılan çalışmaların filolojik kriterlere dayalı olarak yapılmamış olmasıdır.
Cumhuriyet dönemi kimlik kurma çalışmalarının verimli bir kaynağı olarak Yunus
Emre yeniden keşfedilince ‘yağmalanan bir kovan’ gibi Dîvân ve Risaletü’n-nushiyye
vulgarize edilerek yayımlanmış; Yunus Emre’nin gerçek kimliği, hatta mezarı
gibi, eseri de anonimleşmiştir. Bugün ne yazık ki, Yunus Emre’nin eserlerinin
gerek dilbilgisi, gerekse söz varlığı yönünden dil tarihi incelemelerinde
kullanılması zorlaşmıştır.
2014
yılındaYunus Emre ve eserleri, tesirleri üzerine üç önemli çalışma yapıldı. Bunlardan
birincisi, Cumhuriyet döneminde Yunus Emre’nin Anadolu’ya ve halk kültürüne
dayalı bir Türk imgesi oluşturmada nasıl kullanıldığının tarihini anlatan bir
metindir. Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme aldığı Yunus Ne Hoş Demişsin:
Cumhuriyet Sonrası Yunus Emre Yorumları isimli kitap Kapı Yayınlarından
çıktı (İstanbul 2014). Bu kitapla ilgili okuma notlarımı internet ortamında
yayımlamıştım: http://hayatideveli.blogspot.com.tr/2014/04/yunus-ne-hos-demissin.html
İkinci
eser, Yard. Doç. Dr. İdris Nebi Uysal tarafından hazırlanan çalışmadır: Yunus
Emre Divanı (Karaman Nüshası), (Kesit Yayınları, İstanbul 2014). Uysal, bu
çalışmasında Yunus Emre Divanı’nın Karaman nüshasını ele almış; eserini dil
incelemesi, metin ve sözlük bölümlerinden oluşturmuştur. Bu yayın, ileride
gerçek bir filolojik neşre ulaşmak için atılması gereken adımlardan birini
oluşturmuştur. Bu nüshanın tarihlendirilmesi sadece paleografik özelliklere
dayalı olarak yapılmış olup kağıt ve filigran üzerinde (asıl nüshaya
ulaşılamayıp mikrofilm üzerinden çalışmak zorunda kalınmasından dolayı)
durulamamış olması önemli bir eksiklikse de yapılan çalışmanın değerini
azaltmaz. Bu çalışma üzerinde daha geniş bir değerlendirmeyi daha sonra kaleme
almak istiyorum.
Üçüncü
eser ise, Nurettin Albayrak tarafından hazırlanan Gönül Çalab’ın Tahtı: Açıklamalı
Yunus Emre Sözlüğü (Dergâh Yayınları, İstanbul 2014, 992 s.) isimli
çalışmadır. Yazımızın konusu, işbu eserin değerlendirilmesidir.
Eser
veya yazar temalı sözlükler, söz konusu eser ve yazarın derinliğine
anlaşılabilmesi açısından son derece önemlidir. Temeldeki köşe taşlarıyla
ilgili bu kabil sözlükler, incelemeler artmadıkça bir medeniyetin ileriye doğru
yürüyüşünü sürdürmesi imkânsızdır. Elimizdeki eser, Yunus Emre’nin eserlerinin
derinliğine anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla yapılmış gerçek bir emek
mahsulüdür. Ne var ki, bu emek semereli olmuş mudur, sorusuna cevap vermek
gerekir. Kanaatimce, en başta ifade etmeye çalıştığım sebeplerden ötürü, böyle
bir semere beklemek muhaldir, zira sıhhati sâbit olmayan bir metnin sözlüğü de
yapılamaz. Önce, “bizim Yunus” deyip durduğumuz zâtın kendi eserini kendi
diliyle ortaya koyacağız ki, hem felsefi, hem filolojik, hem de edebî
değerlendirmelerimizde sağlam bir zemine dayanalım. Sözlükçünün önünde böyle
bir metin olmadığı için, ortaya konulan emek ne kadar büyük olursa olsun, ondan
semere beklemek hayâl olur.
Nurettin
Albayrak’ın önünde bulunan metinleri Yunus Emre’ye ait ve doğru olarak kabul
etmiş olduğunu varsaysak da önümüzde duran yaklaşık bin sayfalık çalışmanın,
kendisine verilen emeğin gerçek bir mahsulü olduğunu kabul edemeyiz. Hatta,
profesyoneli olduğumuz bir alanın yüklediği sorumlulukla ifade etmek isterim
ki, bu çalışma Yunus Emre’nin anlaşılmamasına, yanlış anlaşılmasına sebep
olabilecek pekçok usûl ve bilgi hatasını barındırmaktadır ve hiçbir ehlivukufun
incelemesinden geçmeden yayımlanması da Dergâh Yayınları için ağır bir kusur
olmuştur.
Eserde
iki temel yanlış alanı vardır. Bunlardan birincisi sözlük bilimi usûlü ile
ilgilidir. İkinci husus ise bilimsel yanlışlar, eksikler ve dikkatsizliklerle
ilgilidir. Bu kanaatimizi bazı örneklerle açıklamaya çalışacağız.
1)
Usûl
N.
Albayrak, eserini ansiklopedik bir sözlük olarak tasarlamış; başlıktaki
“Açıklamalı” ibaresi de bunu ifade ediyor. Bu faydalı bir yaklaşımdır, ancak
burada maddelerin genişliği tutarlı bir ölçüye sahip değildir. Mesela, Hüseyin
maddesi 3,5 sayfa iken, Muhammed maddesinin 1 sayfa, Allah
maddesinin 6 satır olması böylesi bir oransızlıktır. Bu maddelerde sadece Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nden (DİA) yararlanılmış olması da bir zaaftır.
Albayrak’ın söz konusu ansiklopediye epeyce katkı sağladığını bilmekle birlikte
her maddeyi oradan geniş geniş yazmanın ilmî bir usûl olmadığını düşünüyoruz. Günümüzde
DİA’ya internet üzerinden ulaşma imkânı da vardır; bu durumda yapılması gereken
oradaki madde başlarının genişçe özetlenmesi değil, Yunus Emre’nin eserlerinde
bu kavram veya isimler nasıl geçiyor, bunu değerlendirmekti. Bu ise yapılmamış;
üç sayfa açıklanan bir kelimeye sadece bir örnek verilmiştir.
Elimizdeki
sözlüğün esas problemi elbette bu değildir. Sözlükbilim açısından en önemli
usûl yanlışı, belli bir dönem sözlüğünde madde başı yapılan kelimelere, sonraki
dönemlerin anlamlarını da katmaktır. Sayın Albayrak, her kelimenin Türk Dil
Kurumu Türkçe Sözlük veya Kubbealtı Lugati - Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te
bulunan bütün anlamlarına kendi sözlüğünde yer vermiştir. Böylece anakronik bir
durum ortaya çıkmış, bazı kelimelerde 20’ye yakın anlam verildiği hâlde sadece
bir veya birkaç örnekle yetinilmiştir. Yunus Emre’yi okurken, mesela çevrilmek
kelimesini merak eden bir okuyucu sayın Albayrak’ın çalışmasına baktığında 13
anlamı olduğunu görecek; örnekteki
Günler geçe yıl
çevrile üstüme sinlem obrıla
Ten çüriye toprak ola tozan hey dost diyü diyü
Ten çüriye toprak ola tozan hey dost diyü diyü
beytindeki
kelime için isterse 6. anlamdaki “(film için) Çekimi yapılmak” anlamını
kullanabilecektir! Olur mu olur!! Olmazsa, bu anlamlar niçin konmuştur.
Böyle
bir sözlükte yapılması gereken, bütün kelimeler tespit edildikten sonra aynı
kelimenin farklı anlamları varsa her birinin ayrı ayrı yazılması ve her birinin
yine ayrı ayrı örneklendirilmesidir. Bu çalışmadaki en büyük usûl hatası budur.
Bir
başka örnek de alkış kelimesidir. “Ellerin takdir anlamında birbirine
çarpılması, bunlardan çıkan ses, Osmanlılarda padişah, sadrazam ve vezirlere
yapılan dua” vs. gibi anlamların hepsi anakroniktir. Yunus Emre’nin yaşadığı
çağda bir Osmanlı saray hayatı mı vardı ki, vezirlere, sadrazamlara dua
ediliyor olsun?
Devletlü
kelimesi de bu kabildendir: “Osmanlı devletinde vezir, müşir gibi büyük rütbe
sahiplerine verilen unvan” anlamı Yunus’un eserleri için anakroniktir. Yunus’un
eserlerinde hangi devletlü vezirin adı geçer ki, okuyucu bu manadan
yararlansın? Yunus’ta bu kelime unvan filan değil, “bahtlı, kutlu” anlamında
kullanılmıştır.
Dün kelimesinin
anlamları “bir önceki gün, yakın geçmiş zaman, kısa bir zaman önce” olarak
verilmiş. Yunus’un hiçbir şiirinde, hatta belki 17. yüzyıla kadar hiçbir
metinde bu anlamlar yoktur. Bu anlamların böyle bir dönem sözlüğüne konulmuş
olması anakronizmdir.
Sulu
“Suyu olan, suyu bol; katı ve kalın olmayan, çok akıcı; içine su
katılmış; argo. Yılışık, sırnaşık, cıvık (kimse)” gibi anlamlar verilen kelime
“Benim gönlüm
gözüm aşkdan toludur
Dilüm söyler yâri yüzüm suludur”
Dilüm söyler yâri yüzüm suludur”
ve
“Dervîşler yüzi
sulu görenler olur delü
Bâtını arşdan ulu eve dervîşler geldi”
Bâtını arşdan ulu eve dervîşler geldi”
örnekleriyle
gösterilmiştir. Buna göre yüzün sulu oluşundan veya dervişlerin yılışık
oluşundan mı bahsetmek gerekiyor? Dikkat edilirse her iki örnekte de ‘yüz
sulu’luğundan bahsedilmektedir. yüzi sulu tabiri edebiyatımızda başka
metinlerde de karşımıza çıkar:
Ey hayâsı görklü
vü yüzü sulu
Kahramânî gözlerindir sürmelü
On sekiz bin âlem üstünden dolu
Dile gelmez vasfın u şânın ulu (Nesîmî, Tuyuğ, 265)
Kahramânî gözlerindir sürmelü
On sekiz bin âlem üstünden dolu
Dile gelmez vasfın u şânın ulu (Nesîmî, Tuyuğ, 265)
Derelüm Edrinenün
gonca-i hoş-bûlarını
Jâlelü gül gibi çak şol yüzi sulularını
Nûş idüp bunlar ile Rûmili tolularını
Mest-i lâ-ya`kıl olalum yakalar çâk idelüm (Mesîhî Dîvânı, Gazel, 155/2)
Jâlelü gül gibi çak şol yüzi sulularını
Nûş idüp bunlar ile Rûmili tolularını
Mest-i lâ-ya`kıl olalum yakalar çâk idelüm (Mesîhî Dîvânı, Gazel, 155/2)
Yüzi sulu yalıñ
yüzlü bir âfetdür salındukça
Gören kâfir müselmân olur ey şeh rûy-i şemşîrüñ (Zatî Dîvânı, Cilt, 758)
Gören kâfir müselmân olur ey şeh rûy-i şemşîrüñ (Zatî Dîvânı, Cilt, 758)
Emriyâ jâle-i
ter gül ruhını zeyn itmiş
Hûblar içre kanı ancılayın yüzi sulu (Emrî Dîvânı Gazel, 419)
Hûblar içre kanı ancılayın yüzi sulu (Emrî Dîvânı Gazel, 419)
İçi dolu
sipahiler ulular
Nice begzâdeler yüzü sulular (Usûlî Dîvânı, Şehrengiz, 23)
Nice begzâdeler yüzü sulular (Usûlî Dîvânı, Şehrengiz, 23)
Azerbaycan
Dilinin İzahlı Lügeti (Bakı 1987, s. 248)’de geçer üzüsulu: “Zarf.
Biabır olmadan, öz abırını sahlayarak” (haysiyetini ve şerefini koruyarak,
utanılacak duruma düşmeden) anlamından yola çıkarak yüzü sulu kelimesinin
“haysiyetli, şerefli” gibi anlamlandırılması daha uygun olur.
Sevici
kelimesinde ise anakronizm nâhoş bir duruma sebep oluyor. Kelimenin
anlamları “1. Âşık, seven. 2. Eşcinsel kadın” olarak verilmiş. Gerçi ikinci
anlamın yanına yeni kısaltması da konmuş, ama ne çare! Kendisine verilen
ödevi yapmaya çalışan bir lise öğrencisinin örnekteki
Miskin Yûnus’un
sermâyesi yokdur ilâhî
İllâ sevicidür seni aşkıyle seveni
İllâ sevicidür seni aşkıyle seveni
beytini
ikinci anlama göre okumasını kim engelleyebilir?
Sayın
Albayrak’ın kabul ettiği usûl bütün çalışma için geçerlidir ve yanlıştır. Eser
yahut dönem sözlüğü hazırlayan bir musannif, sadece elindeki metni
anlamlandırır. Yoksa 20 anlama bir örnek verip örnekteki kelimenin yukarıdaki
anlamlardan hangisine ait olduğunu buldurmak, olsa olsa üniversite giriş sınavı
sorusu olabilir; hem de oldukça zor…
2)
Bilimsel
Yanlışlar
Eserdeki
bilimsel yanlışlar birkaç grupta ele alınabilir. Sayın Albayrak iyi bir
musannif olmakla birlikte, etimolojik ve filolojik çalışmalar için yeterli
donanıma veya metin tecrübesine sahip olmadığı anlaşılıyor. Metinde geçen
kelimelerin yanlış değerlendirilmesi sonucu dilde olmayan kelimeler yaratılmış,
Eski Türkçe dönemine ait olan kelimeler veya anlamlar Yunus Emre döneminin
kelimeleriyle karıştırılmış; bazı kelimeler metinde geçmekle birlikte, yine
yanlış morfolojik tahliller sonucu başka bir kelime sanılmış ve madde başına
alınmamış; kimi kelimelere ise yanlış anlamlar verilmiştir. Bunların bazı
örneklerini aşağıda gösterdik.
2.1.
Hayâlet Kelimeler:
Sadece
birkaç sözlükte geçen, yapısı bilinmeyen, başka hiçbir kaynakta bulunmayan kelimelere
hayâlet kelime denir. Bunlar genellikle ilk geçtiği metin veya sözlükte
yazım yahut değerlendirme hatası olarak ortaya çıkmışlar, sonra başka
sözlüklerde de görünmüşler; dilde hiçbir şekilde var olmamışlardır. Dîvânü
Lugâti’t-Türk’te (DLT) geçen çatuk kelimesi bunların ilk
örneklerindendir (Dankoff 1973, Clauson 1955).
N. Albayrak’ın bu çalışması Türkçeye pek yeni hayâlet kelimeler ve
anlamlar kazandırmaya namzettir. Bazıları şunlardır:
Aşık-bâz “aşık oynayan”. Söz varlığımıza bu sözlükle
kazandırılan kelime
Münkir
ile müddeîyi sayma buçuğa koyanı
Git ahûra tak yuları her kim (ki) aşık-bâz değül
Git ahûra tak yuları her kim (ki) aşık-bâz değül
beytinde geçmektedir. Yunus, aşık-bâz olmayan, yani aşık oynamayan
kimseyi hayvan yerine koymuş oluyor; oysa Yunus’un hayvan yerine koyduğu aşk-bâz
olmayan, yani âşık olmayan, aşk oyununu oynamayan kimsedir. Âşık olmayanın
hayvan yerine konması Zatî Divanında da geçer:
Aceb bir âşık olmamış kimesne yok mı
sizlerde
Hımârım öldi ey sôfî yirine bağlasam anı” (Zatî Divanı, c. III, 1526/6)
Hımârım öldi ey sôfî yirine bağlasam anı” (Zatî Divanı, c. III, 1526/6)
Âvâr “(Ar. i. ‘âvâr) 1. Ayıp, kusur. 2. Fesat, bozgunculuk”
olarak anlamlandırılan bu kelime aslında âvâre’dir. Âvâre olan ibaresi
vezin gereği Dîvân’ın nâşiri tarafından ulama ile âvâr’olan şeklinde okunduğu için Albayrak tarafından
yanlış değerlendirilmiştir:
Bunda
şeytâna yâr olan varup anda âvâr’olan
Hazrette yüzi kar’olan erden nazar olmayandur
Hazrette yüzi kar’olan erden nazar olmayandur
Bazılu: Fars. bâzû+lu yapısıyla açıklanan bu kelimeye “1.
Kolun omuz ile dirsek arasında kalan bölümünde şişkince kas kitlesi olan
(kimse). 2. Mec. Kolu güçlü olan (kimse).” anlamları verilmiştir. Divan’da
geçen
Atlarının
izi tozlu önleri tabıl bazılu
İle güne hükmi yazlu şu muhteşem begler yatur
İle güne hükmi yazlu şu muhteşem begler yatur
beytinde geçen tabıl kelimesi de kendi yerinde “davul”
olarak anlamlandırılmıştır. Kelimenin bir yanlış değerlendirmeyle ortaya
çıktığı anlaşılıyor. Doğru biçim tabıl-bâzlu (< tabl-bâz) “davulculu” olmalı
idi. Yunus, önleri sıra mehter çalınarak giden beylerin de öldüğünü anlatmaktadır.
Bilig: “Bilgi, hikmet, malumat; Bilim; Akıl, zekâ, şuur”
anlamları verilen bu kelimeyi hayâlet kelimeler arasına almamız yadırganabilir.
Doğrudur, Eski Türkçe dönemi için bilig kelimesinden, yukarıda verilen
anlamlarla, bahsedilebilir; ancak Eski Türkiye Türkçesi döneminde bu kelimenin bilü
~ bili biçiminde olduğu malumdur. Bu durumda madde başındaki bilig
kelimesi artık hayâlet kelime sayılmalıdır.
Ey
Yûnus sen âşık isen îmân biligin berk kuşan
Varlıgun degşür yokluga cümle eksüklik sendedür
Varlıgun degşür yokluga cümle eksüklik sendedür
örneğindeki kelime “bilgi, malumat, bilim” anlamındaki bilig
kelimesi değil, “Ok ve yay kuburu, sadak” anlamındaki bilik kelimesidir
(Tarama Sözlüğü=TS).
Bizâ’ “(A. i. biza’). Bir kimseye karşı kötü ve çirkin
davranışta bulunma” olarak açıklanan bu kelime
Ki gözdür
kıymet ider her meta’a
Ya kıymetsize kim eydür bizâ’a
Ya kıymetsize kim eydür bizâ’a
beytinde geçmekte olup bizâ’a şeklinde düzeltilmeli ve “sermaye
vs. anlamı verilmelidir.
Dikçi: “Dedikoducu”. Bu anlamı (?) işareti ile veren
Albayrak, Semih Tezcan’ın bu kelimenin “söz taşıyan, dedikoducu” anlamına gelen
dinci olması gerektiği kanatinde olduğunu da zikretmektedir. TS’ye
bakılsaydı bu kelimenin diŋici ~ diŋüci şeklinde yer aldığı görülecekti. Metni
yayımlayanın okuyuş biçiminin diŋici/diŋci olarak düzeltilmesi gerektiği
açıktır.
Göri-: “Görebilmek” anlamı verilen bu kelime de örneğe
bakıldığında hemen anlaşılacağı gibi yanlış bir morfolojik tahlil sonucu
oluşmuştur:
Kadîm odur görür beni ben ölüyem görimezem
Fiillerin yeterlik çekimlerinin olumsuz biçimlerinde korunmuş olan
bu arkaik morfemi köke dâhil saymak elbette doğru değildir. ıra-
(doğrusu ır-), ırı- (doğrusu ır-), kalı- (doğrusu kal-)
fiilleri de böyle değerlendirilmelidir.
Karagu: Albayrak’ın sözlükçülüğümüze kazandırdığı sevimli bir
hayalet sözcük de budur. “Siyah, kara; kör; karanlık; zaç denilen kara boya”
gibi anlamlar verilerek şahit olarak da Dîvânu Lugāti’t-Türk, Süheyl ü
Nevbahâr ve Yeni Tarama Sözlüğü (YTS) gösterilmiş, bu kaynaklarda
daha çok “karaŋu” şeklinde okunan kelime de yukarıdaki şekillerde anlamlandırılmıştır.
Oysa örnekte verilen beyitte bu kelime geçmez. Örnekteki kelime “göz,
gözbebeği” anlamındaki karak’tır:
Gördün
ki bir dervîş gelür yüz vur anun kademine
Senden şey’ullah (şey’an lillâh) idicek kaşun karagun çatmagıl
Senden şey’ullah (şey’an lillâh) idicek kaşun karagun çatmagıl
Süheyl ü Nevbahâr’daki şu beyti de buna bir başka örnek olarak
gösterelim:
Gece
gündüz işi idi ağlamak
Açılmazdı çatmış idi kaş karak” (YTS)
Açılmazdı çatmış idi kaş karak” (YTS)
Kaydasuz: Bu kelimeyle ilgili açıklama şöyledir: Kāide >
kayda (müzik, ahenk, beste” ve Türkçe olumsuzluk eki –suz ile
kāyda-suz.) 1. Müziksiz, ahenksiz, bestesiz. 2. Gayda, tulum…” Şimdi bu durumda
tanık olarak alınan beyitteki kelimeye hangi anlamı vereceğiz?
Bu
ne hâldür sana ey faydasuz cân
Ki yokdur gayretün ey kaydasuz cân”
Ki yokdur gayretün ey kaydasuz cân”
Sahne: Albayrak, kelimenin XIX. Yüzyılda Fransızca scéne
kelimesi karşılığı olarak türetildiğini yazar; bu bilgiyi ilk defa veren
Kāmus-ı Türkî musannifi Şemseddin Sami’ye göre kelimeyi bizzat kendisi türetmiş
ve kullanmıştır. Peki, XIX. yüzyılda türetilen bu kelime 14. yüzyıl için bir
hayalet kelime olmaz mı? Yoksa Yunus Emre bilmediğimiz sahne eserleri de mi
yazmıştır? Tabii, burada esas yanılan esas alınan metnin nâşiridir. Onun sahne
okuduğu kelime aslında şahne “gece bekçisi, subaşı” olmalıdır. Nitekim
Karaman nüshasını yayımlayan İ. N. Uysal, beyti şu şekilde okumuştur:
Uğrı
olmış uğurlar kendü kendüyi çakar
Şahne kendüsi olmış girmiş zindân içinde” (Uysal, s. 172)
Şahne kendüsi olmış girmiş zindân içinde” (Uysal, s. 172)
Sıgınmagın: Yapılan morfolojik
tahlilde –gın eki, tamircinin artırdığı parça gibi elde kalınca [?] işareti
konulmuş; kelimeye de “Sığınılacak yer, melce” anlamı verilmiş. Doğru tahlil
sıgın-mag+ın şeklinde olup madde başı sığınmak olacaktır.
Yalı: Yalın kelimesiyle alâkalandırılan ve “çıplak,
kından çıkmış veya kınından çıkarılmış (kılıç)” anlamı verilen kelime de bir
hayâlet kelime namzedidir.
Çokal
cevşen bu aşk odına döymez
Okı câna batar katı yalıdur
Okı câna batar katı yalıdur
beytindeki kelime ya+lı “yaylı”, katı yalı “sert yaylı”
şeklinde anlaşılmalıdır. Kelime Eski Türkçeden beri yā ve yay
biçimlerinde kullanılmıştır.
Yuvacı: Tarama Sözlüğü’nde geçmeyen bu kelimenin
Güncel Türkçe Sözlük’te bulunan ve Albayrak tarafından da kullanılan anlamının
metinle hiç alâkası yoktur. Kaldı ki, Yunus’un yaşadığı yüzyılda bir Osmanlı
sarayından bahsedilemez.
Dört
hâl içinde dervîş gerek siyâset çeke
Menzile irmez kalur yol eri yuvacı(sı)
Menzile irmez kalur yol eri yuvacı(sı)
Bu kelime, kimi nüshalarda da “yuvaca” okunabilecek şekilde
kopyalanmışsa da doğrusu tovaca ~ tovuca olması gerekmektedir. Oldukça
erken bir dönemde unutulan ve arkaikleşen bu kelime kimi nüshalarda ye
harfiyle yazılmışsa da tovaca ~ tovacı kelimesinin unutulmuş
olmasındandır. Bu kelimenin veya kavramın üzerinde biraz daha çalışması
gerekmektedir. Necdet Öztürk, “Osmanlı Akıncı Teşkilatında Toycalar” ve Vatan
Özgül, “Erken Dönem Osmanlı Tarihçiliği’nde Bir Onomastik Probleminin Çözümüne
Dair: Deli-Tovu-Kara” makalesinde bu kelimeyi ele almışlarsa da tatmin edici
bir sonuca ulaşamamışlardır. Şimdilik Tarama Sözlüğü’ndeki tovuca “Bir
tür gönüllü asker” karşılığıyla yetinebiliriz.
Yap: “Hile, al, düzen” anlamlarıyla verilen kelimeye DLT
kaynak olarak gösterilse de DLT’deki anlam ile metindeki anlam arasında
bağlantı yoktur. Ayrıca “hile, düzen” anlamındaki yap kelimesi Türkiye
Türkçesinde kullanılmaz.
Ne
kalduk işbu iklimde agır yüklerin altında
Bu yükleri bu yapları döküp hâldaş olan kimdür
Bu yükleri bu yapları döküp hâldaş olan kimdür
beytindeki kelime yük yap olarak madde başına alınmalıydı.
Kelime TS’de yük yap “Ev eşyası, pılıpırtı, kapkacak, taşınabilir eşya”
anlamıyla verilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de geçer: “…yükile yapile
ārām olunup.. (IX, 268a4: Dankoff, 2008)
2.2.
Maktûl kelimeler: Hayalet kelimeler, gerçekte var olmayan kelimelerin şu veya bu
şekilde ihdas edilmesi süreci idi. Bir de var olan kelimelerin yapılarının
yanlış değerlendirilmesi sonucu yok edilmesi süreci var. Ne yazık ki,
literatürde buna bir ad konulmadığı için bir terimle ifade edemiyorum. Tabii bu
iş, bu sözlüğe ve musannifine münhasırdır. Tespit edebildiğim örneklerini
veriyorum:
admak:
Sözlükte adamak olarak verilip “nezretmek” anlamı verilen kelime
dikkatsiz bir değerlendirme sonucu ada- fiil köküyle
ilişkilendirilmiştir. Verilen iki örnekte de fiil kökünün ad- olarak
tespit edilmesi gerektiği açıktır: “…adım adaram…”.
Kösülmek: Verilen
bir çok anlamdan “boylu boyunca uzanmak, uzanıp yatmak” anlamı verilen örnek
için uygun olabilir:
Çün va’de ire
câna çıka yukaru hâna
Kösülerler ayağum elüm yenüm üstine
Kösülerler ayağum elüm yenüm üstine
Ancak
bu anlamın da metni izaha yetmediği açıktır. Bu esasen metin neşriyle ilgili
bir hatadır. Doğrusu Uysal’ın okuduğu ve anlamlandırdığı gibi olmalıdır: kösült-
“uzatmak” (Uysal 409). Buna göre mısra “Kösüldeler ayağum elüm yenüm üstine”
şeklinde olmalıdır.
Tayınmak: Tay
kelimesine “F. s. tāy. 1. Denk, eşit, misil. 2. eAT Akran, yaşıt. 3. Bir küfe ağırlığında.
4. İ. Hayvana yükletilen denklerden her biri, denk, çuval. 5. Ekin veya ot yığını.
6. Tütün dengi. 7. Kesilmiş tahtalık ağaç.” anlamları verilmiş ve kaynak olarak
YTS gösterilmiştir. Oysa YTS’de sadece 4. anlam kayıtlıdır. Kaynak gösterilmese
de diğer anlamların Derleme Sözlüğü ve Güncel Türkçe Sözlük’ten
alındığı anlaşılıyor. Ne yazık ki, kelime yanlış tahlil edildiği için, bu
gayret boşa gitmiştir. Bu beyitte tespit edilip madde başı yapılması gereken
kelime tayınmak idi. Tayınmak fiili Tarama Sözlüğünde
“Kaymak, sürçmek” olarak açıklanmıştır (YTS).
Toyunmak:
Madde başına toy “Gençlik sebebiyle deneyimsiz olan, acemi” olarak
alınan kelime verilen örneğe göre toy değil, toyunmak olmalıdır:
Bu dünyâ bir
evrendür âdemleri yuducu
Bize dahı gelüben yuda toyuna bir gün
Bize dahı gelüben yuda toyuna bir gün
Toyunmak
fiili “kendini doyurmak, doymak” anlamındadır (YTS). Derleme Sözlüğünde doyunmak
fiili “Karnını doyurmak, doymak” anlamıyla kaydedilmiştir.
Yā: Yay. Yukarıda hayâlet kelime olarak zikrettiğimiz yalı
maddesinde açıklandığı gibi, yalı üretilirken yā “yay” kelimesi
(veya varyasyonu) ortadan kaldırılmıştır.
2.3.
Diğer yanlışlar: Kelimelerin sözlüğün musannifi veya Dîvânın nâşirleri
tarafından yanlış okunması sonucu ortaya çıkan yanlışlıklar; yine kelimelerini
yapısını veya etimolojisini bilmemekten kaynaklanan yanlışlar da bir yekûn
tutuyor.
Ân, în: “”Cân olam hem
ten olam hem în olam hem ân olam” mısrasındaki ân kelimesi “güzellik,
alım, câzibe”, în kelimesi ise “peynir vb. yiyeceklerde beklemekle
kazanılan lezzet…” olarak anlamlandırılmıştır. Bu kelimelerin sırasıyla “o” ve
“bu” anlamlarındaki zamirler olduğu apaçıktır. N. Albayrak, iyi ki bu sözlüğü
Orhan Şaik Gökyay’dan sonra yazmış; yoksa dilinden kurtulamazdı. Merhum Hoca
muhtemelen derdi ki: “Bu nerde, peynir nerde?...”
Arayış
kelimesi de böyledir. Bugünün ne aradığını da bilmeyen yarı münevver, yarı entel
okumuşlarının “özellikle manevi alanlardaki arama durumları”, doğrudur,
‘arayış’ olarak adlandırılabilir; ancak Yunus’un kendisinde olmadığını, başka
‘âşık’larda, başka ‘derviş’lerde olduğunu söylediği şey ‘ârâyiş’ yani “süs ve
gösteriş”tir.
Âgâz ~ agız: Agız maddesine “ağız” anlamı verilmiş ve âğâz maddesine
gönderilmiştir. Gidip baktığınızda âgâz “1. Ağız. 2. mec. Konuşma tarzı”
anlamı verilmiştir. Birinci örnek de şudur:
Çü âgâz etdi ki
sözünü diye
Kulak tutdu akıl o keleciye
Kulak tutdu akıl o keleciye
Doğrusu,
ağız ile âgâz arasında kurulan bu ilişkiyi, ilişki bile değil, aynılığı
görünce, düşünmeden edemedim: Ağız âgâz’dan yahut âgâz ağız’dan gelmiş olabilir
mi?
Danışman
kelimesine “Bilgisinden ve fikirlerinden faydalanılan kimse, müşavir” anlamı
verilmiş; bu, çalışmanın tamamına yayılmış olan anakronik yaklaşımın ürünüdür.
Bu anlamdaki danışman kelimesi neolojizmdir. Yunus Emre Dîvânındaki
danışman ise Far. dânişmend kelimesinin Türkçeleşmiş şeklinden
ibarettir ve “bilgili kişi, hoca, öğretmen” anlamlarına gelir.
Kal:
“Deli, çılgın”dan “yaşlı adam”a, “olgunlaşmamış meyve”den “laf, söz”e kadar 7
manası verilen bu kelimeye, Türk Dil Kurumu Büyük Sözlük’teki “kırkılmış
koyun yünü”, “manda, manda yavrusu” gibi anlamlar da katılabilirdi. Sanırım N.
Albayrak, bu kelimenin anlamını ararken, nereden aklına geldiyse Sagayca sözlüğe
bakmış. Hiç yorulmayıp da Türkçe sözlüğe bakılmış olsaydı kelimenin “söz,
kelam” anlamında olduğu görülmüş olurdu. Kelime şüphesiz Ar. kāl olup
“söz” anlamından başka bir anlam taşımamaktadır. Kālden hâle geçmek de ehl-i
dil için mühim bir mertebedir.
Sekrimek: segirdüm
olarak okunan kelime, sekridüm olarak okunmalıdır. Mevcut okuma
biçimiyle sekri- “sıçramak” fiili ortadan kaldırılmış oluyor:
Halk hep ayagın
turur ben sekridüm oturdum
Geçdüm sadr yirine kalın döşek yirüm düz
Geçdüm sadr yirine kalın döşek yirüm düz
Güç
“zor, müşkil, çetin” kelimesi için verilen örneklerden ilki olan
Götürmedi
kimsene kimsenenün gücüni
Güç götürdüm diyenler eli erince imiş
Güç götürdüm diyenler eli erince imiş
beytindeki
tanıklar yanlış okunmuştur. Bu kelimeler göç olarak düzeltilmelidir.
Issı
~ issi “Sahibi” anlamları verilen bu kelimeler arasında ne gibi bir fark
yahut köken birliği olduğu izah edilmemiştir.
Kaba:
Kubbealtı Lûgati Misâlli Büyük Türkçe Sözlük’teki biçimiyle
anlamlandırılan bu kelime, verilen tanığı anlamak için yeterli değil, hatta
ilgisizdir. Burada metnin nâşirinin yanlış okuması sayın Albayrak tarafından
aynen kabul edilip metnin bağlamıyla da ilgisi düşünülmeden anlamlandırma
yoluna gidilmiştir. Oysa bu şiirin bütününe hâkim olan kafiye düzeni göz önünde
tutulduğunda kabâ okunan kelimenin kaya olması gerektiği açıktır.
Düzeltilmiş şekliyle söz konusu beyit şöyle olmalıdır:
N’olaydı ben
anı göre-y-idüm bu gözle
Ne döysün bu gözler döyimez kayalar
Ne döysün bu gözler döyimez kayalar
Uya:
Sayın Albayrak’ın, Yunus Emre Sözlüğü’nü, yer yer, Mustafa Tatçı’nın neşrinden
(1998) geri götürdüğü durumlar da vardır. uya kelimesine yer verilmemiş
olması bunlardandır. Usan kelimesi için tanık olarak gösterilen
Ne bilsün bu
aşkı usanlar uyalar
Ne döysün bu yola azıksuz yayalar
Ne döysün bu yola azıksuz yayalar
beytinde
geçen uya “ahmak, sersem, ebleh; kâhil, tembel (TS)” kelimesi bu
çalışmada mutlaka yer almalıydı.
Yıgmak
“Tepeleme bir yığın hâline gelecek şekilde üst üste koymak. 2.
Toplamak, biriktirmek” anlamları verilen kelimenin tanık olarak gösterilen
beyitte geçen kelime ile ilgisi yoktur. Beyitte geçen yıg- fiili “Menetmek,
engel olmak” anlamındadır:
Hakdan yıgar ol
seni nen varısa vir gider
Ne beslersin bu teni sinde kurt kuş yir gider
Ne beslersin bu teni sinde kurt kuş yir gider
2.4.Yanlış
örnekler Gösterme:
Sayın
Albayrak’ın tanıdığından, bildiğinden şüphe olmayan kelimelere tanık
gösterirken yaptığı hatalar da var. Bunlar çalışmayı ikinci, hatta üçüncü bir
gözün görmemesinden kaynaklanıyor. Birkaç örnek vereyim:
Âram
(ârâm olmalıydı) “durma, dinlenme; rahat, huzur” maddesindeki ilk tanıkta geçen
ilgili kelimenin ârâm ile hiç ilgisi yoktur. Albayrak ar-
“yorulmak” fiilinin çekimli şeklini yanlış değerlendirerek onu “ârâm”
sanmıştır:
Ne
yörüyem ne hod aram ne ırak sefere varam
Arı
“temiz, saf, eksiklik ve kusurdan münezzeh” maddesindeki ikinci tanıkta iki mısrada
da arı kelimesi geçmiş, ikisi de italik dizilmiş; yani ikisi de tanık
gösterilmiştir. Oysa bu beyitte birinci arı “temiz”, ikincisi ise “namusı,
hayâsı” anlamındadır (âr+ı).
Kalmış Bu
kelimenin Eski Türkiye Türkçesi döneminde “düşkün, âciz” anlamları varsa da,
sözlükte verilen örneklerin hiç biri bu anlama uygun olmayıp birinci örnekteki
kelime kalmış değil kulmaş olmalıdır:
Aynı hırs ol olmışdur
nefsine ol kulmaşdur
Gendüye düşmân olmış yavuz yoldaşa benzer
Gendüye düşmân olmış yavuz yoldaşa benzer
Sınıflandırarak
vermeye çalıştığımız bu eksik ve yanlış örnekleri açıkça göstermektedir ki,
elimizdeki sözlük Yunus Emre’yi anlamaktan ziyade yanlış anlamamıza veya hiç
anlamamamıza sebep olabilecek niteliktedir. Ortaya konulan kelime ve anlam
listesi, erken dönem Anadolu Türkçesi hakkında yanlış bilgilerin oluşmasına yol
açacaktır. Sayın Albayrak’ın sarfetmiş olduğu özverili gayretin hedefine
ulaşması için atılması gereken son adım atılmamış; eser, bu işin bilimsel
sorumluluğuna ortak olacak bikr filolog tarafından gözden geçirilmeden
yayımlanmıştır. Şimdi Dergâh Yayınlarına ve sayın Albayrak’a düşen görev,
eldeki nüshayı bir şekilde toplatarak yeni ve düzeltilmiş bir edisyon
hazırlamaktır.
Kaynakça
Albayrak, N.
2014: Gönül Çalab’ın Tahtı: Açıklamalı Yunus Emre Sözlüğü, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 992 s.
Ayvazoğlu, B. 2014: Yunus Ne Hoş Demişsin:
Cumhuriyet Sonrası Yunus Emre Yorumları, Kapı Yayınları, İstanbul, 240 s.
Azerbaycan Dilinin İzahlı
Lügati 1987: red. E. E. Oruçov,
Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası Nesimi Adına Dilçilik İnstitutu, IV. Cild,
Bakı.
Clauson, G. 1955: “Turkish Ghost Words”
Journal of the Royal Asiatic Society, 3-4, 124-138.
Dankoff, R. 1973: “A Note on Khutū and Chatuq”, Journal
of the American Society, Vol. 93, No. 4, s. 542-543.
Dankoff, R. 2008: Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi
Okuma Sözlüğü, Katkılarla İngilizceden çeviren: Semih Tezcan, YKY,
İstanbul.
Emrî Dîvânı 2002: haz. M. A. Yekta Saraç, Eren Yayıncılık, İstanbul, 389 s.
Kubbealtı Lûgati Misalli Büyük Türkçe Sözlük 2005: İlhan Ayverdi ;
redaksiyon Ahmet Topaloğlu; Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2005. 3 c.
Mesîhî Dîvânı 1995: haz. Mine Mengi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara, 316
s.
Nesîmî Dîvânı,
1990: haz. Hüseyin Ayan, Akçağ Yayınları, Ankara, 437 s.
Özgül, V.
2013: “Erken Dönem Osmanlı Tarihçiliği’nde Bir Onomastik Probleminin
Çözümüne Dair: Deli-Tovu-Kara” Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 42, s.
373-394.
Öztürk, N. 2008: “Osmanlı Akıncı Teşkilatında
Toycalar” Türklük Araştırmaları Dergisi, 19, İstanbul, 77-87
Tanıklariyle Tarama Sözlüğü : XIII. yüzyıldan günümüze kadar kitaplardan toplanmış. Türk Dil Kurumu Yay., Ankara.
Yeni Tarama Sözlüğü 1983: Düzenleyen Cem Dilçin, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara,
XI+483s
Tatçı, M. 1998: Yûnus Emre
Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara, X+790 s.
Usûlî Dîvânı 1990: haz. Mustafa İsen, Akçağ Yayınları, Ankara, 243 s.
Uysal, İdris Nebi 2014: Yunus Emre Divanı
(Karaman Nüshası), Kesit Yayınları, İstanbul, 499s
Zatî Dîvânı 1970: haz. Ali Nihat Tarlan, 2. c., İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 507 s.
Zatî Dîvânı 1987: haz. Dr.
Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri, III. cild, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, İstanbul, 527 s.
Yorumlar