Dilimize Bulaşanlar
Dilimize Bulaşanlar
Hayati Develi
Her felâket dilimize yeni
kelimeler katıyor. Felâketlerin veya felâket korkularının insan zihninde beklenmedik
bir uyanıklığa ve dikkat yoğunluğuna sebep olduğu söylenebilir. Zihnin bütün
hücreleriyle kendini korumak için açık olduğu bu zamanlarda yeni kavramlar
doğuyor, günlük dile yeni kelimeler katılıyor. Bu yeni kelimeler, öyle yeni
yapılmış sözler de değil. Belli bir meslek grubunda bilinen kelimeler, o
mesleği icra edenlerin dilinden günlük dile yayılıyor; bir anlamda da
avamileşiyor. Bunların çoğu terim/ıstılah dediğimiz söz varlıkları. Terim ise,
belli bir bilim dalının kavramlarını, nesnelerini, fiillerini ifade eden
kelimeler. Terimler, sadece bir bilim dalının uzmanları arasında dolaşan sözler
olarak kalınca kendi esrarlı dünyalarında var olmaya devam ediyor, o meslek
uzmanlarının gizli dilinin anahtarları gibi müphem, biraz kışkırtıcı ve her zaman
koyu bir sisin içinde duruyorlar. Ne zaman ki herhangi bir sebeple bu sis
ortadan kalkıyor, o kelimeler günlük dilin ortak malı, avami söz varlıkları
oluveriyorlar; bütün karizmaları kayboluyor. Popüler sporlarla ilgili yüzlerce
kelime sadece bu sporlar popüler oldukları için günlük söz varlığımıza
girmişlerdir. Taç’ı (touch), korner’i (corner), ofsayt’ı (off-side) bilmeyen
erkek yok gibidir. Hava ulaşımı on beş sene öncesine kadar yalnızca varlıklı
olanlarımızın tercihi iken bu gün her şehre her öğrenci, her asker, her amca,
her teyze uçakla gitmeye başlamış, check-in’ler, boarding’ler, başüstü dolabı, taksi,
park pozisyonu… gibi yerli yabancı sözler de hepimizin kelime dağarcığında yer
edinmiştir. Sekseninde bir ninenin-dedenin üniversite öğrencisi torununa
“Evladım, acele edelim de havaalanına erkenden varalım, check-in bitmeden,
boarding tamamlanmadan uçağa binelim, sonra başüstü dolaplarında çantamıza
koyacak yer kalmıyor. Bi de, acil çıkışta otursak ne iyi olurdu, diz mesafesi
daha iyi oluyor…” demesini yadırgamayız.
Bilgisayar terimleri de
öyle değil mi? Yediden yetmişe her birimiz, temel bilgisayar terimleri
konusunda uzman olduk. Uzman olmadık hadi, ama bu âletler, bu sistemler
hayatımızın her yerine girdikçe bunları ifade eden kelimeler terim olma
lüksünü, süsünü, cakasını kaybedip sıradanlaşıverdi. Tabii, günlük dilimiz biraz
da böyle zenginleşiyor. Dilimizin zenginleşmesini, insanların daha çok
kelimeyle meramlarını anlatmasını hep isteriz. İsteriz de, sık sık da
tartışırız. Bunlar alındığı yerden geldiği gibi mi dursun? Yani Fransızcaysa
Fransızca, İngilizceyse İngilizce mi olsun? Hatta yazılışlarını bile
değiştirmeden öyle dursunlar mı? Yoksa bunların en azından imlâlarını
değiştirelim, yapabiliyorsak da Türkçeleştirelim mi? Bu konuda her türlü dil
durumuyla karşılaşıyoruz. Kelime bir başka dile ait, ne yazılışı ne söylenişi
değişmeden geliyor. Kelimenin yazılışı değişiyor, söylenişiyle geliyor. Kelime
Türkçeye aktarılarak, çevrilerek geliyor. Kelime alındığı dildeki biçim ve
edasını değiştirmeden gelince bazen kızıyoruz, yok mu bunun Türkçesi diye
bağırışmaya başlıyoruz, Türk Dil Kurumu uyuyor mu? diye söyleniyoruz; bazen de
o yabansı hâliyle kullanmaktan adeta gizli bir zevk alıyoruz; hele başlangıçta
o terimin kullanıldığı alanın uzmanıysak “Aman efendim, bu çevrilemez, bütün
dünya buna bunu diyor!” savunmasına geçiyoruz; o yabansılık bizim uzmanlık
ayrıcalığımızın biraz daha sürmesini sağlıyor. Kimi zaman güzel çevirilerle
karşımıza çıkıveriyor bu terimler, hiç yabancılık çekmeden aramıza
karışıveriyorlar. Kimi zaman ise bizden gibi görünse de bir acayip uzaklık,
soğuklukla geliyorlar; sanki nesebi gayrisahih veled-i zina gibi, sevimsiz…
Öyle veya böyle hepsi dilde yerini alıyor.
Mart 2020’den beri
gündemimizi, günümüzü ve hayatımızın her şeklini dolduran, değiştiren, işgal
eden virüs salgını da böyle bir dil etkisine, elbette, sebep oldu. Bugünlerde
cansiperane çalışan, yorulmak bilmez bir gayretle kendilerini hastalıkla
mücadeleye adayan tıp bilimi uzmanları, doktorlarımız, eskiden beri biraz
terminoloji konusunda elegant takılmayı severler. Aldıkları ağır ve zorlu
latinize ve son zamanlarda İngilize (bu terim de yeni oldu) tıp literatürü
eğiminin yorgunluğunu biz biçare dostlarından bizi bu terminolojinin altında
ezerek çıkarırlar adeta. Kalın tıp literatürünü bir tarafa bırakalım; Prof. Dr.
Mehmet Oğuz Yenidünya’nın Hastanelerdeki Kelimeler (Şule Yayınları,
2015) isimli hoş okunur kitabını tavsiye ederim. Dilimizin dönmediği, anlamını
bilmediğimiz servislere gitmek, tedavi usullerine boyun eğmek, yazısını
sökemediğimiz için okuma zahmetine girmediğimiz doktor reçetelerini (Allahtan
teknoloji sayesinde bundan kurtulduk: şimdi sadece telefona gelen şifreyi
okuyoruz ilaç almak için), okuyup da anlayamadığımız ilaç prospektüslerini,
maruz kaldığımız ruh veya beden terapilerini atlatıp taburcu da olabiliriz,
gözü yaşlı sevenlerimizi bu dünyada bırakıp eks de olabiliriz. Bilim nereden
geliyorsa onun kelimeleri de geliyor. Düne kadar –iyye’lerle biten servisler
şimdi –loji’lerle bitiyor. Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
bayağı muammalı bir roman adı oldu. Algoloji, hematoloji, jinekoloji,
perinatoloji… daha neler! Hele şu nefroloji var ya… Alâkası yok ama,
hep nefret kelimesini çağrıştırıyor ilk anda zihnimde. Bunların
yabansılığının, bilinmezliğinin yanında yeni doğan, kulak-burun-boğaz, kadın
doğum, iç hastalıkları gibi terimler, ilkokul çocuğunda bile tanıdık bir
anlam alanı açıyor.
Batılı anlamda tıp bilimi
bizde Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane ile ve Fransızca başladı. Sultan II. Mahmud
mektebin açılış konuşmasında eğitime bir süre Fransızca devam edileceğini,
terimlerin Türkçeleştirilmesi ve ders kitaplarının yazılmasından sonra adım
adım Türkçeye geçileceğini vaad etmişti. Ancak bilimi üretemez, hep kullanıcı
durumunda kalırsanız, terminolojinizin yerliliğini de sağlayamazsınız. Peki,
bilim batıdan geliyor ve bu evrensel bir dildir, deniyorsa
latin-grek-anglosakson kökenli terminolojiyi kabul edelim. Sorun yok, bir derde
düştük mü, onunla ilgili her terimi öğreniyoruz. Ne demiştik, insan zihni felâketler
sırasında daha canlı çalışıyor. Bu konuda anlaştık, ama bir taraftan da öztürkçeciliğimiz
devam ediyor. Hemşire’ye (< Farsça ‘kızkardeş’) bir karşılık
bulamadık, hatta bunun erkek olanına da hemşire demeye başladık (doktor
yardımcısı denemez miydi?). Hemşire kartını göstererek halk otobüsüne binmeye
çalışan ve bu yüzden darb edilen sağlık personeli bile oldu. İlaç’a em demiyoruz;
ama nedense yüzlerce yıldır kullandığımız teşhis’i bırakıp tanı
demeye, hastalıklara tanı koymaya başladık. Yerleşti mi? Epeyce. Bir tıp
merkezinde görmüştüm: Âcil Girişim Odası! Allah Allah, girişimin âcili
ne oluyor ve hastanede ne işi var derken, anladım ki ‘Âcil Müdahale’ anlamında
kullanılmış, Oysa girişim, teşebbüs için önerilmiş ve yayılmıştı. Teşebbüse
girişim derken müdahale’ye de girişim demek dilde bir anlam karmaşasına yol
açmayacak mıydı? Girişimci iş adamı derken müdahaleci mi demek istiyoruz. Veya
biri kısım demokrasi düşmanları meşru yönetime karşı askeri müdahale
girişiminde bulundular, dediğimde “askeri girişim girişiminde bulundular” mı
demiş olacağım? Terminoloji netlik ister, bulanık ve karmaşık terimlerle bilim
yapamazsınız.
Ya bu salgının dilimize bulaştırdıkları?
Pandemi, epidemi, salgın, bulaş, filasyon, entübasyon, entübe, immün, immün
sistem… Kimisi ordan burdan, kimisi Türkçeden, kimisi yerli yerinde kullanılırken,
kimisi yanlış ve yersiz kullanılan sözcükler… Başlangıçta yadırgarken yavaş
yavaş öğrenmeye, biz de laflarımızın arasında bu kelimelerle kelâm etmeye
başladık mı? Bunların hiç birisi dilimize yenice girmiş değil. Tıp bilimiyle
uğraşanlar bunları zaten kullanıyorlardı; günlük dile girmesi yeni oldu.
Vaktiyle bir grup karar
alma mevkiindeki hekime ‘oral patoloji’ yerine ‘ağız patolojisi’ denmesini
önerdiğimde ciddi muhalefetle, bunun tıp bilimine ne kadar aykırı olduğu
tepkisiyle karşılaşmıştım; bu tecrübem yüzünden yukarıdaki kelimelerin kullanılışı
üzerinde biraz düşünülse dediğim Profesör Hekim arkadaşlarımın olası tepkileri
ve itirazları yüzünden ağzımı bile açmadım. İlgili bakanımız ‘filasyon’
kelimesinin ne kadar güzel, anlamlı, yararlı olduğunu vecd içinde anlatınca da
bu kelimelerle ilgili tek söz etmemeye karar verdim. Daha doğrusu vermiştim.
Lakin Cumhurbaşkanlığ Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’nun söz konusu
kelimelerle ilgili Türkçe önerilerinde bulunduğu haberini sosyal medyada okuyunca
birkaç satır yazmadan edemedim. Hayatın evlere hapsedildiği bir dönemde söz
konusu Kurul’un ilgi alanına giren kütüphane, müze, konser salonu, sergi salonu,
arkeolojik ören yeri gibi mekânlar kapandığı, her türlü kültürel faaliyet de
kısıtlandığı ve dil konusu da her yerde konuşulabilecek bir konu olduğu için bu
konularda açıklamada bulunma vazifesini deruhde etmeye vakit bulduğu
anlaşılıyor. Oysa bu Üst Kurul’un müteselsilen yetki alanında bulunan Türk Dil
Kurumu gibi bu işle görevli bir müessesemiz de var.
Kurul’un sözü geçen
kelimelerle ilgili önerilerde bulunma teşebbüsü (bu girişim mi oluyor, müdahale
mi şimdi?) dil hassasiyetinin bir göstergesidir. Belki dile bulaşan yanlış ve
yabancı unsurlara karşı atılması gereken bir adımdır. Ne var ki, verilen
karşılıkların ikisi dışında yerinde olmadığı görülüyor. Bunu yerinde gördüğüm
karşılıklardan başlayarak açıklayayım.
Pik (< peak)
kelimesinin doğrudan tıpla, sağlık bilimleriyle ilgisi yoktur; zirve veya doruk
demektir. Bunun enfeksiyonun yayılmasının en yüksek noktasını ifade etmek için
kullanılması gereksizdir, yerinde olmayan bir alışkanlıktır.
Enfeksiyon ise iyi
kötü mürekkep yalamış birinin bileceği bir kelimedir. Bulaş kelimesi
enfeksiyon karşılığı üretilmiştir, ama Türk Dil Kurumu’nun sözlükleri de dâhil yaygın
hiçbir sözlükte bulunmaz. Kelimedeki gariplik, fiilin yalın şeklinin isim
olarak önerilmesinden kaynaklanıyor sanırım. Fiilden isim yapmak için yeterli
sayıda ekimiz varken yalın şeklin önerilmesi, kendi kelimemize karşı bir
yabansılık duygusu uyandırıyor, yadırgatıyor. Enfeksiyon için bulaş
şekli türetilmiş, enfekte = bulaşlı, bulaşmış, enfekte olmak = bulaşmak,
septik= bulaşlı. Bir de kontaminasyon var bulaşmak fiili ile ilgili,
buna da bulaşma, bulaşım karşılıkları önerilmiş. Tıp bilimcileri sık
kullanmakla alışmış olabilirler, ancak enfeksiyon=bulaş yapısı Türkçe
için yadırgatıcı bir yapıdır. Bulaşı veya bulaşım daha uygun
olurdu. Bir de herkesin konuştuğu medyalarda bu söz salgın anlamında
kullanılıyor ki, sapla samanın karıştığı bir durum ortaya çıkıyor.
Droplet’i ben bu
arada hiç duymadım, hep damlacık olarak duydum ve hep ne güzel bir
Türkçeleştirme olduğunu düşündüm. Eğer TV programlarına Amerika’dan filan
katılan ve ana dili Türkçe olan hekimlerimiz bunu kullanıyorsa bunu alışkanlık
saymak gerekir.
Pandemi, salgın
demek değil: salgın = epidemi. Epidemi veya salgın, sınırları belirli
bir alanda enfeksiyonun yayılmasını ifade ediyor. Ancak salgın ülkeler arasında
yayılır, birden fazla ülkeyi etkisi altına alırsa pandemi oluyor. Buna
salgın diyemeyiz, başka bir şey, belki genel salgın denilebilirdi.
Gelelim, entübe
(ve entübasyon), immün (ve immünite) kelimelerine. Kültür
ve Sanat Politikaları Kurulu’nun bunlar için önerdiği karşılıklar yerinde
değildir. Entübe, solunum demek olmadığı gibi isim değil, sıfatfiil yapısındadır.
Bunun isim şekli olan entübasyon için Türkçe Tıp Dili Kılavuzu’nda
(Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Türkçe Tıp Dili Kurulu, 2. baskı 2007)
“borulama” karşılığı verilmiştir. Solunum sıkıntısı çeken hastaya solunum
desteği vermek için boru takılması’nı ifade eder. “Durumu ağırlaşan hastaya
boru takıldı veya …hasta borulandı” demek, bizim delikanlı halkımızı biraz ağır
gelecektir. Doktorlarımız da bunu muhtemelen kaba bulurlar. Her ülkede birkaç
binle sınırlı bir cihaz için (solunum cihazı) kendimizi çok yormasak da tıp
bilimciler bunu kendi aralarında kullanmaya devam etseler, bizden bahsederken
entübasyon için ‘yapay solunuma bağlamak’, entübe içinde ‘yapay solunuma bağlı’
deseler olmaz mı?
İmmün (<
immune) kelimesi için önerilen bağışıklık kelimesi de dilbilgisi
bakımından yanlıştır. İmmün sıfat şeklidir; bağışık demektir. Bağışıklık,
immünite’dir. Bir hastanın immünitesinın zayıf veya iyi oluşundan
bahsedebiliriz. Bir hastalığı daha önce geçirdiyseniz umumiyetle immün,
yani bağışık olursunuz. Bazı üniversitelerin sitelerinde gördüğüm immün
sistem=bağışıklık sistemi karşılığı da yanlış. İmmün sistem,
hastalıklara karşı bağışık, dirençli sistemi ifade ediyor.
Filasyon için
önerilen “türevsel” karşılığı da doğru görünmüyor. Türevsel, sıfattır; filasyon
ise mastar ismi. Filasyon (< Fr. filiation) kelimesi için merhum
Şemsettin Sami Efendi, ilgili sözlüğünde “Evlatlık, bünüvvet. Teselsül,
zürriyet. İrtibat, teâkub” anlamlarını veriyor. Bu bir enfeksiyonun yayılma
zincirinin takibi anlamına geldiğine göre, bizi ilgilendiren son iki anlam:
İrtibat, teâkub. Pekala bunun için “irtibat taraması” veya “irtibatlandırma”
gibi bir karşılık verilebilirdi. İÜ Edebiyat Fakültesi
Fransız Dili ve Edeiyatı Bölümü Başkanı Nedret Kılıçeri Hanım, bazı hekimlerin
kullandığı “temas takibi” tamlamasının filiyasyonu tam olarak karşıladığını
haber verdi.
Tabii, toplumun nesneler
ve kavramlar için hangi adları kullanacağına Kurumlar ve Kurullar karar
veremiyor; yerli tecrübemize göre, zorlamayla ancak bozulma gerçekleşiyor. Dili
yönlendiren, biçimlendiren toplumun ta kendisi, toplumu oluşturan ortak
zihniyet ve eğilimler. Filasyon ve entübasyon daha havalı, daha
bilimsel, daha evrensel geliyorsa, ne boru, ne borulama; ne irtibat, ne alâka
işe yarar. Yabancı kelimelerle de enfekte olmaya devam ederiz.
Yorumlar
Son sınıfta inşallah bu yönde bir çalışma hazırlamak istiyorum.