Siz Hâlâ Annenizin Türkçesiyle mi Konuşuyorsunuz?


Siz Hâlâ Annenizin Türkçesiyle mi Konuşuyorsunuz?


Prof. Dr. Hayati Develi



Nesiller arasında dilin kullanımında farklılıklar olması doğaldır. Hele kültürel dolaşımın ve etkileşimin bu kadar hızlı olduğu, "kullan at" sloganının dar ve daraltıcı aralığında beyinleri süngerleştiren kapitalist tüketim alışkanlıklarının, bu alışkanlıkların sürdürülebilir olmasını sağlayan reklamların ve başka moda güdüleyicilerinin şekillendirdiği yaşama biçimlerinin izdüşümünde dillerin hızla değişip başkalaşması beklenen sonuçtur. Her toplumda dil değişir; hayattaki değişmelere bağlı olarak kimi zamanlarda daha hızlı değişir. Bizim toplumumuzda ise "Evet, dil değişsin; nesiller birbirini anlamasın!" diye uğraşan gizli düzenlemeler vehmettirecek kadar hızla ve acımasızca değişir. Bizim toplumumuzda yukarıdaki soruya, "Evet, ben hala annemin diliyle konuş/abili/yorum!" diye cevap verenler ne bahtiyar insanlardır! Belki nadirattandır, ama ananesinin, dedesinin dilini anlayanlar ise bu toprakların ermişleri mesabesindedir.

1980 tarihi birçoğumuz için kafamızda önemli bir sosyal dönemeç gibidir. Bu tarihten sonra doğanlar, bu tarihten önce olanları tarihöncesi bir şey zannederler. Meşe gibi gençlerin duvarcı elleriyle birbirine çatıldığı, altlarına fitne çıralarının sürülüp demirci körükleriyle kor ateşler tutuşturulduğu, bu ateşte kızmış demirlerin iktidar örslerinde dövüldüğü, nice fidanların yanıp kül olduğu o fetret zamanların kıvılcımlarından biri de dil idi. Kullandığınız kelimeler, parolalar gibi, sizin hangi yanda olduğunu haber verir; bu yüzden her kelimeyi her ortamda kullanamazdınız. İşte o yıllarda okudum bir hikâye kitabından bir paragraf. Hikâyenin kahramanı, muz fidanı ekmek için yer hazırlanmasını anlatıyor:

«Evvelâ yeri kademeleyeceksin. Taşları dinamitleyip atacaksın. Kırılan taşları duvar öreceksin. Öre öre bir sıra, müteakiben yine öre öre bir sıra. Böyle, altlı üstlü kademeler olacak. Kademelerin üstünde toprak. Toprağı gübreyle karacaksın. Gübreyle karmadan evvel, muz ocaklarını birkaç kadem derin açacaksın. Deve lengeri kadar da vasi açacaksın. Velâkin, evvelemirde suyu bulacaksın. Üstte bulursan, tarikini de bulup boru hattı çekeceksin...» A. Ağaoğlu, Sessizliğin İlk Sesi, s. 39, 1981. (Birinci baskı 1978).

Bu paragrafta geçen kademelemek, müteakiben, kadem, lenger, vasi, velâkin, evvelemirde, tarik kelimelerini sorun oğlunuza, kızınıza; hatta kendinize. Yaşı otuzun altında olanların kaçı tamamını bilebilecek... Aradan otuz sene ya geçmiş, ya geçmemiş.

Bir de şu alıntıları okuyalım:

«Benim icadım da Arşimet Kanunu'na istinat ediyorsa da, ben sudan çok daha ağır bir cismi yüzdürebilirim; ayrı mesele! İcadımın asıl kıymeti ağırlığı olmayan, tebdili mekân ettirdiği suyun hacmi ile kendi ağırlığı müsavi, tekmil kamaraları su dışında, su ile hiç teması olmayan bir tekne. Buyurun şemasını!

... Geminizin ağırlığı yine ağırlıktı. Cazibe kanunu olmasaydı, o zaman belki hakkınız vardı...

İnanır mısınız ki, böyle bir muhavere aramızda geçmedi. Hepimiz çocuktuk. O, kocaman, elli yaşlarında bir adamdı. Hiç ukalalık etmezdik. O, her şeyi sıfıra irca ettiğini sanır. Ağırlıksız, havadan bile hafif sandığı gemisini nefesiyle üflerdi...

- Nasıl çocuklar, derdi, nasıl?

Biz, büyük bir âlimle hemhal olmaktan memnun alay ederdik...»

Sait Faik, Son Kuşlar, 1952.

Bu metin arı duru Türkçesini hep severek okuduğumuz Sait Faik'ten. "Bulamayan" hikâyesinden şöyle göz gezdirip seçtiğimiz satırlarda geçen istinat, tebdili mekân, müsavi, tekmil, cazibe kanunu, muhavere, irca etmek, hemhal kelimeleri birçoğumuz için sözlük denilen geniş kabristanda yerlerini almışlar... Aradan altmış sene ya geçmiş, ya geçmemiş.

Sait Faik'in hikâyesinden bir yıl sonra 1953'te basılmış bir piyes. Yazarı Haldun Taner. Keşanlı Ali Destanı'nın coşkulu Türkçesini kaleme alan "muharrir" Haldun Taner'in bir tiyatro oyunu. Tiyatro oyunlarının konuşma diline en yakın edebi ürünler olması beklenir. Neticede sahnede, oyun esnasında tüketilen bir metindir. Anlamak için yanınızda sözlük gezdiremezsiniz. Aşağıdaki konuşmaların da bundan altmış sene önce, bugünkü gençlerin anane ve dedelerinin gençlik yıllarında anlaşıldığını kabul etmeliyiz:

«PROF. - (Kâğıtları tetkik ederek) Firma eksiltmenin yeniden yapılmasını istiyor. Buna kanuni mesağ olup olmadığı tahkikatın vetiresile tebeyyün edecek. Bu da sizin zarar ziyan talebiniz (Mırıldanıp okuyarak.) İşten çıkarıldığınız için aylıklarınızın ödenmesini istiyorsunuz. Bu ne? 170 lira otel parası.

ADAM - Arz etmiştim. Refika o günden beri eve kabul etmiyor. Sokakta mı yatayım.

PROF. (Okuyarak) 200 lira telgraf parası. Şu mahut sekiz yüz kelimelik telgraflar.

...

ADAM - (Profesörün iki eline sarılıp öperek.) Ver elini öpeyim Nâzır bey. Sen namusu mücessemsin. Sen memleketin medarı iftiharısın.

PROF. - (Elini çeker) Estağfurullah.

....

UŞAK - Efendim İl İdare Kurulu Üyeleri.

PROF. Defolsunlar. (İl İdare Kurulu Üyeleri dalmışlardır. Birinci perdedeki elbiseleri ve tavırları ile):

1. İl İ. Kurulu Üyesi - İl İdare Kurulunun hürmetlerini sunmakla bahtiyarım.

PROF. - Defolun.

2. İl İ. Kurulu Üyesi - Tehevvürünüze tamamen hak veriyoruz. Tarihi bir karar arifesinde bulunduğunuz şu ânda partimizin lehine tezahür edeceğinden asla şüphe etmediğimiz kararınızın, evet, kefesini İl İdare Kurulumuzun sıcak sevgi ve saygılariyle bir nebze olsun, ağır bastırmaya gelmiş bulunuyoruz.

...

PROF. (Deminki tehevvürü ile tezat teşkil eden sakin bir sesle): Alo, Genel Sekreter mi? Hayır kardeşim, maalesef adaylığı kabul edemiyeceğim. Teveccühünüze çok teşekkür ederim. Fakat beni mazur gör... Ne mi düşündüm? Çok şey düşündüm, çok. Telefonla anlatamam... Yüz yüze de anlatamam... Bilirsin mariz bir muhayyilem var... Kuruntu olabilir. Belki izam etmişimdir. Fakat affet....» Haldun Taner, Günün Adamı, 1953.

Bu alıntıdaki bazı kelimeleri yan yana dizip, söyleyin bakalım bunları biliyor musunuz, demeyeceğim. Siz elbette biliyorsunuzdur. Ama karşı kafede internette sörf yapan, elindeki resimleri scannerdan geçirip pdf formatlı file'lere çevirip arkadaşına göndereceği mail'a attach etmeye uğraşan, sisteme girmiş virüsler yüzünden yavaşlayan bilgisayarının işletim sistemini new versiyona upgrade edip bundan sonra internetten download edeceği şarkıları saklamak için bilmem kaç gigabyte'lık harddisc'ler almayı tahayyül eden; pantolonun, jean'ın original'ini, markalısını yeğleyen; filmlerin ve bilgisayar programlarının ise copy'larının, crack'lerinin peşinde olan yeğeninize, öğrencinize, oğlunuza, kızınıza sorun.

Tahmin edebiliyorum ki, siz annenizin, ananenizin dilini biliyor, seviyor, yer yer de kullanıyorsunuz. Ancak bu gençlere de Haldun Taner'in, Sait Faik'in, Adalet Ağaoğlu'nun dilini anlamıyor diye kızmayalım hemen. Bu çocuklar annelerinin diliyle konuşabiliyor olsalar arkadaşlarının diliyle konuşamıyor olurlardı. Ne büyük bir açmaz! Kapitalist kültür ortamı annelerimizle akranlarımız arasında bir seçim yapmaya zorluyor bizi. Dil bütün bir iletişim sisteminin adı ise, annesinin dilini anlayan ve öyle iletişim kuran bir gencin, okul kantinlerinde, kafelerde, parklarda, kahvehanelerde nasıl yalnızlaştığını, aşkını otuz yıl öncesinin şiirleriyle terennüm edeceği bir sevgili bulamadığını düşünebiliyor musunuz? Bu kopuşu biz yarattık.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dilbilgisi Sorunları - 1 : Ek Yığılması ve 'Kendi' Zamiri Hakkında

Sezai Karakoç'tan Masal